2 Mayıs 2019 Perşembe

Küre



  Sırtım, nemlenmiş tahtanın üzerinde serin bir toprak yığını... Sürgülü kapı sonuna kadar açık. Bahçeyle odam iç içe...Dışarı ve içerisi bir.

 Rüzgar kulağımda hafif hafif uğulduyor. Çatıdan damlayan su birikintisi gri gökyüzünden düştüğü hali kadar saf kalmamış. Benim çatımın tozunu, eskimişliğini de beraberinde getiriyor. Bu çatı, altında sallandırarak devasa bir altın bir küreyi, dünyayı ve yıldızları izletiyor her gece. Kürenin tavana asıldığı, o yavaştan eskiyen zincirler paslanıp, çatlayana kadar gözlerim de izliyecektir evrendeki bu koca, mavi yalnızlığı.

  Esinti vücudumu geziyor. Uzun siyah saçlı, genç bir kadının kollarında huzuru bulduğum o günden bu yana yaşadığım en derin an olmalı, diye düşünüyorum. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyor. Ya da gözümün kenarında derinleşen çizgilerden yolunu bulup emiliyordur susuzluğumda, tuzu tende kalana dek. Yağmurdan sonraki toprak kokusu beni daha da itiyor çökmeye. Bu his boşlukta süzülüyor gibi de değil ayrıca. O kadar basitleşmiş bir anlatımla aktarılamaz. Tamamen yere basar gibi ya da topraktan beden olduğum o anın bir tekrarı belki de.

 Kalbimdeki çözünme sanırım anlamaya başladığım için tetikleniyor. İçimde gerçekleşen bu tepkimeler geçirdiğim günlerin koşuşturmacasından, ucuz hesaplardan oldukça bağımsız. Dudaklarımın önleyemediğim titreyişi de mantığımdan kopmuş halde.

 Sözlerimi kimsenin okumasını veya dinlemesini istemediğim ya da umursamadığım bir benlikteyim. Sanırım artık sadece izlemek ve dinlemek istiyorum. Kızmaya da pek gücüm yok, heyecanlara girmeye de. Sadece katıksız bir huzurda, kendimi aradığım günleri geride bırakıp bulduğumu sandığım varlığımla sessiz, kavgasız bir izleme halinde olmak istiyorum. Zaman gibi boyutsuz, ilerisi gerisi olmadan, aslında hiç akmadan, başkaları değiştiğimi sanarken değişmeden, yaşlanmadan, doğmadan ya da ölmeden sadece durmak istiyorum. Geçmişte yaşanılan şeyleri bugünki yaşananlara veya  insanlara mal etmek istemiyorum. Bu bugünümden emin olduğum için değil. Geçmişte yaşadıklarımı aslında affetmiş olup gururumdan affetmemiş gibi davrandığımı fark etmemden... Bazı şeyler o kadar hızlı hiç olmamış gibi yok oluveriyor ki bazen geçmişi kafamda uydurduğum ya da gördüğüm bir rüyaymış gibi ele alıyorum ya da  başkası yaşamış gibi hatırlıyorum tüm parçalarını.

 Artık yağmur çatıdan olağanca hızıyla inmeye başladı, ardına kadar açık kapıdan girip yerin iyice çürümeye yüz tutmuş tahtalarında yayılıyor. Öyle bir coşkunlukla esiyor ki rüzgar, gökten damlalar inmeden mermere, içeri savrulup çıplak bedenime yapışıyor. Saçlarım sırılsıklam, bedenim  bulutlardan gelen ilk soğuktan kaskatı kesiliyor ama kimse kıpırdatamaz beni buradan. Huzurda çatlasam ben olurum yeniden, öyle ki bunca zaman aramışken. O güzel kadından, annemden kopup, sırma saçlı dostun omzundan kalktığımdan beri böylesi bir içime dönme yaşamamıştım. Demek herkesten uzaklaşıp bilinmeyen, olmamış bir yerde böylece uzanmak gerekliymiş.

 Yağmur suyu içeride yükseliyor çamur edip ahşap yüzeyi, ağaçtan ev sallanıyor rüzgarla. Çatlamalar başladı kulaklarımda ve su artık bedenimi tamamen örttü. Su yükseldikçe bulanıklaşıyor kürenin görüntüsü. Rüzgarın sesi ise tuhaf bir gürültüye dönüştü. Sadece hızlanan akışın gümbürtüsünün bir anlamı kaldı kulaklarımda. Suyun yüzeyine ahşap evin çok önceden topraktan sökülüvermiş fidanları yağıyor. Her düştüğünde bir parça veya yıkıldığında bir bir duvar, suda kocaman bir dalga yayılıyor daireler çizerek. Dairenin ortasında kalıyorum. Sanırım gök dünyanın üstüne düştü, tüm yüzeyi sel bastı. O atla üstünde koşmak istediğim ovalar, en tepesine varmak istediğim dağlar bile örtüldü çoktan. Ev tepeme yıkıldı ve suda dağıldı; lakin küre havada asılı kaldı.