5 Ağustos 2017 Cumartesi

MARAT




         İskeleyi hızlı adımlarla aşıyordum. Balıkçılar çalışmada birbirleriyle yarışıyor, geçmişte tamamlanmış fakat şimdiki zamanmış gibi gelen bir devrimin coşkusunu yaşıyorlardı. Onları dinlemek isterdim elbet, yaşadığım şu korkunç durumda olmazsam. Boyası dökülmüş ellerimle insanların içinde kalmış son mücadele duygusuna dokunmak isterdim. Ama vaktim yok. Vakit, çok uzun zamandır altından pahalı. Mücadele ise tuzdan çatlamış ellerin, halatların üzerinden çekmiş kendini.

       Dişlerim birbirine vuruyor. Güneş batmak üzere. Pazar kaldırılıyor, bir kadın görünüyor uzaktan. Beli bükük, yerlere saçılmış domatesleri topluyor. Gözlerinde aynı dert her insanınkiyle, belki sadece derdin boyutu farklıdır.

      Ağlıyorum. Gülümseyen bir surat canlanıyor gözümde. Sapsarı saçları, küçücük elleri ve kocaman gözleriyle canım dostum, ölmeye hazırlanıyor. Sonra canlanan bu görüntü şekil değiştiriyor, küvetin üstünde aynı gülümsemeyle ve elinde bir mektupla Marat beliriyor. İçim içime daha çok çöküyor o zaman, köprüde su satışındaki ruh, kalbindeki ateş ve içindeki değişim arzusunu hatırlıyorum dostumun. Bu benzeyişin nedenini çözüyorum o zaman. Şekil değiştiren görüntülerin, karışan aklımın İstanbul sokaklarını daralttığını, her yerin, dünyadaki her yerin küçüldüğünü hissediyorum.
  
      "Bu şehrin duvarlarının üstüne nasıl geldiğini anlıyorum, kadim dostum."
   
    Üstümde uzun bir ceket, içimde sararmış bir gömlek var. Potinlerim kaldırımlarda paramparça oldu. Nereye yetişiyorum? Hangi zamandayım da dünyadaki kötülüğün, dostumun katili olmasına engel olmaya çalışıyorum? "Bulmasalar ya onu!", diyorum. Belki yetişip etten duvar örerim göğsüne. Hayatta kalma korkusu, aç karnı ve sorumlulukları vurmaz o zaman yüzüne. "O ipi boynuna sarmadan yetişebilirdim.", diyorum hep kendime ya da Marat'ın küveti  dolmadan kanla.

  "Hainler!"

 Nasıl durdurabilirler gerçeğin sonsuz akışını? Tüm zalimlikleriyle nasıl çizerler göğsüne o kesiği, Marat'ın? Aklım başka bir toprakta, başka bir insan oldu. Ama ikimiz de aynıyız. İkimiz de kaybettik dostumuzu. Jacques-Louis David, Marat'ını yitirdi, belki bu cinayet her kavgada olduğu gibi beklenebilirdi. Fakat benim dostumunki? Kendisini asla sevmemiş, gözü dışarıda sevgilisi mi? Asla bastıramadığı açlığı mı? Parasızlıktan kitap alamayışı mı? Hangisi benim dostumu elleriyle kurduğu ipe götüren? Onun katili belli mi?

  Koşuyorum, gürültü arkamda kaldı. Yüzümde sert bir ifade. Gözyaşlarımı sokaklara salmıyorum artık. Zamanın bir köşesinde, bir hareketin içinde başka birine dönüşüp aynı acıyı yaşıyorum. Tarihin belli bir zamanında ressamın biri olurverip avuçlarımda sımsıkı tuttuğum anıları kaybetmemek için savaş veriyorum. Geçmişlerimizde... Kim bilir? Belki birilerinin geleceğinde mekanı, uzayı ve zamanı yok edip tükenmeyen sevgi ve dostluğun ağırlığında içime çekiliyorum. Yaşamış, yaşayacak tüm dostların acısını yüklenip aşıyorum kalabalıkları. Arkada kalan oluveriyorum aniden.