18 Ocak 2021 Pazartesi

3 Yaşında, Kırılgan ve Duygusal

 

 Ruhumda kendimle savaşmanın yanılgısı var. Eksikliğin hastalıklı iniltilerine son verebileceğimi düşünmek, aklımın işleyişindeki problemi önüme seriyor. Kimse annemin memesini ağzıma dayamayacak yeniden. Beni boşluğa sürükleyen tedirginliklerimi silmeyecek geçmişimden. Hayallerimde benden uzaklaşıp giden o adam, rüyalarıma bile girmeyecek. Çocukluğum böylece bir kambur olarak kalacak sırtımda. 

 Yenmiş tırnaklarıma bakınca anlıyorum, kendimle barışmamışım daha. Belki de aynadakine sıkıca sarılıp ona bir anne ve baba olabildiğimde gülebileceğim. Ama o zamana kadar bütün o  ihmallerden payımı alıyor olacağım. Yatağın altında uyuyakalmış bir çocukluğun tüm duygusal boşlukları, bir kadının çatık kaşlarında diken diken edecek tüylerimi. Atalarıma söve söve evrimin de ötesine gideceğim.

 Gökyüzüne bakıyorum da eksik bir tek annemin memesi olsaydı, diye haykırmak geliyor içimden. Sonsuz bir evrende sonlu, ölümü ensesinde soluyan bir zavallı olmak da yaratıyor bu kendi olamamış, aslıyla barışamamış hali. O yüzden benzetirim Tanrı'yı da kendime. Belki bir gün ben de ona benzeyebilirim, diye. 

 Tanrı gibi sonsuz olsaydım hiç anlamı kalmazdı ya zamanın. Kimsenin telaşı olmazdı ilerlemeye, sevmeye, öğrenmeye. Hiçbir şeye başlanılmazdı. Sonsuz bir şekilde yararsız olurdu insan. Tanrı'ya benzeyebilmek, ölümsüz olmak ihtiyacı olmasaydı üretir, ister ve başarır mıydık ki? 

 Benzediğini anlamak için kişi kendini görebilmeli. Ama öyle bir perde var ki gözlerimizde, aynaya bakınca bile kendinin ötekisini görür insan. Bu yüzden ihtiyacımız var başkalarının gözlerine. Başkaları görebilir bizi sadece. İşte o başkalarının gözlerine bakarken Tanrı'yı, Tanrı'ya yakın olanı görme telaşı olmasa anlamsız olurdu bu dünya. Eksiklik hissidir kaoslarımızı yaratan. Ve kaostur düzeni haklı kılan. Kavgadır sevişmeyi özleten. Uzak olmasa, eksik olmasa sevgili koyunda, özlenmez asla. Belki bu yüzden alışmalıyım boşluğuma. Belki bu yüzden eksik olmak beni böyle huzursuz etmemeli. Evet, sıkışıp kaldığım üç yaşımda, annemin memesinden geç de olsa koptuğum o anda debeleniyorum hala. Ne annem fazla umursuyor mükemmeliyetçiliğinden  ne de babam eve uğruyor. Kilometrelerce uzaklara bir ev, bir boşluk, bir beden taşınıp duruyor. Ama bunun milyonlarcası dışarıda ışıklı-ışıksız sokaklarda, bir villada demlenirken, bir tarlada avuçlarken tezeği, kütüphanenin birinde sabahlarken ya da, devam ediyor hayatına. Tıpkı benim gibi...

10 Ocak 2021 Pazar

İnsan ve İçindeki Derin Boşluk


  Geçmiş denen hiçliğin içinde debeleniyorum. Kızgın olduğum, ihmallerle kişiliğimin dondurulduğu her an için masum bir boş levhanın vermesi gereken tepkiyi vermeli miyim? Bilmiyorum. Her nesil, bir öncekinden miras aldığı o ince boşluğu büyüte büyüte yaratıyor yeni zamanın huzursuz hastalarını. "Kendi"yi tanıyamadan, kişiliği ve kimliği olan yalancı yüzlerimizle biz, bu boşluk hissine mahkum, sayfalar dolduruyoruz. 

  Peki atamın karşısına dikilecek miyim bunun için? Hayır, atam önce kendi atasının karşısına dikilsin. Bu böylece sonsuza kadar gidecek ve biz her nesilde, yine annemizin memesinden kopacak, yine babamızla yarışacak ve en nihayetinde yalnız hissedeceğiz. Tanrı sandığımız birini büyümenin, emmeyi bırakmanın ve yürümenin heyecanıyla terk ettiğimizde gözümüzü dikeceğiz daha yücesine. 

 "Beni terk eden bu göğüsten, sıcak tenden daha ötesinde, aşkın bir sabır ve sadakatle bizi sevecek, bir baba gibi bize kızacak ama bir anne gibi bize merhamet gösterecek biri olmalı diyerek göğe bakacağız ve bize huyca en yakın ama bizi en çok korkutan 'O' yu seçip onun için kan dökeceğiz." 

  Aklı olan varsa aynanın karşısına geçecek ve çaresizliğini hissedip, evrendeki yalnızlığını keşfederek o büyülü sonsuzluğu bilmenin ateşiyle oyalayacak bu "hiçlik" duygusunu. Bir başkası, ki en haklı ihtiyacı, geçimi için izleyecek rüzgarları, yıldızları ve bekleyecek yağmuru, ellerini toprağa sürecek. Fakat bir grup gereksizce kendi yarattığı yasalara başka anlamlar yükleyiverecek. Herkes uysun diye kutsala kattığı kanunlarına kendisi de inanır olacak. İçlerinde gerçekliği ölüm korkusuyla söyleyemeyip "kapıları aşan" şiirlerle bilgiyi dergah duvarlarına saklayanları da göreceğiz elbet. Zaman geçecek, tekerlek dönecek, fabrikaların bacalarında dumanlar tütecek ama ne eksiklik hissi ne de onun bıraktığı  bilinmeyene cevaplar bulma veyahut bilinmeyene cevap gerekmeksizin inanma avuntusu bitmeyecek.