18 Ağustos 2023 Cuma

Zincir

 

  Hapşırdı. Parkedeki tozlar şimdi havadaydı. Her biri başının üstündeki ufacık delikten sızan ışıkla parlamaya başlamıştı. Toz taneleri ağır ağır dağılırken o, ağzının içindeki demir yığınını düşündü. Demir zinciri saatlerdir ağzında tutuyordu. Zincirin diğer ucu boğazına kadar inmiş, yutkundukça acı veriyor olsa da iddialaşmayı sürdürdü. 

“Ağzımda tutabildiğim kadar uzun tutacağım bu zinciri.”

  Midesi bulanmıyor, değildi. Aralıklı olarak öğürmeler yaşıyordu. Kendini kasarak tuttuğu, kusmasını engellediği sırada küçük bir dikkatsizlikle bütün zinciri mideye indirmek korkuyordu. Ağzının kenarından sızan, boynunu sırılsıklam eden salyalara ve  çenesindeki ağrıya rağmen oldukça kararlıydı.

 Sırtını odasının kapısına dayamış, bütün ev halkı içeride kahkahalarla muhabbet ederken o, kendiyle girdiği inattan başkaca bir şey düşünmüyor, dışarının bütün çekiciliğine, hatta odasında onu baştan çıkarabilecek şeylere, örneğin penceresinden görünen muhteşem göl manzarasına veya yeni aldığı kitaplara, rağmen karanlıkta bağdaş kurmuş bir şekilde öylece oturuyordu. 

  Kapının deliğinden sızan ışığa doğru saatini kaldırdı. İki saattir ağzında demir zincirlerle odasında oturuyordu. Bu süre içinde birçok şey düşünmüştü. Özellikle birkaç hafta önce okuduğu bir tuhaf haber üzerine epeyce düşündü. Bu haberi yerel gazetelerin birinde okumuştu. Geçimini çiftliğindeki hayvanların ürünlerini satarak sağlayan, iki çocuk sahibi genç bir kadın, çocuklarını parka gönderip evinin kapısının önünde kendini vurmuştu. Komşularının dediğine göre çok da canayakın olan bu kadının hayatında belirgin bir problem yoktu.

  “İnsanın kendini planlı bir şekilde öldürmesine neden olacak bir problem, nasıl olur da kimse tarafından anlaşılamaz?”, diye düşündü kendi kendine. Ve ağzındaki demiri dişleriyle sıkıştırarak tekrarladı: “Komşularının ifadesine göre bu naif ailenin hayatında belirgin bir problem yoktu.” İnsanlar tarafından samimiyetle okunabilmenin zorluğunun elbette farkındaydı. Fakat bazen bazı görmezden gelişlerin büyüklüğüne akıl sır erdiremiyordu.

 Artık çenesinin ağrısı başına vuruyordu. Boynu olabildiğine kasılmıştı. Lakin o, kendine koyduğu bu zorlu sınavı geçemezse benliğine saygısızlık etmiş olacağını düşünüyordu. Çene kemirlerini oynatarak ağrıyı dindirmeye çalıştı. Yine de bu hareket bir çözüm yaratmıyordu. 

 Dikkatini ağzından başka bir yere çekebilmek için kapının önünden kalktı ve pencerenin kenarına oturup gölü seyretmeye koyuldu. Dolunayın suyun üzerindeki yansımasının titrek dansı uykusunu getiriyor, kapanan gözlerini açabilmek için kendini çimdikliyor, vücudunu sarsmaya çalışıyorsa da başarılı olamıyordu. Aile sofrasından kalktıktan sonda koşarak odasına girmiş, dolu midesine rağmen bütün zinciri ağzına tıkmış, karanlıkta dakikalardır hareketsiz bekliyordu. Uykusunun bu gelişi sinsice sayılamazdı. 

 Birkaç kez daha gözlerini kocaman açıp yüzünü salladı. Yine de doğanın bu muntazam parçasına şahitlik eden gözleri uykunun huzurlu kollarına daha fazla direnemedi. Böylece uyuyakaldı. Sabah kalktığında çenesi hala ağrıyordu; fakat zincir ağzında değildi. Hepsini yutmuştu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.