27 Aralık 2020 Pazar

Şimdi

 


  Sırtımda bir ürpertiyle yürüyorum bomboş sokakları. Evlerin camlarından renkli ışıklar yansıyor kaldırımlara. Yapayalnız, doğmadığım bir şehir yükseliyor önümde. Eskilerin zaferleri bağırıyor halkların yüzünde. Merak edilmenin ya da küçümsenmenin telafisiz karmaşasıyla bakıyorum insanların gözlerine. Dilim kuruyor maskenin ardında nefesi yırtarak solurken. Aklın ulu yoldaşı bilime düşünceler adıyorum geceleri, bu tuhaf aradalık, bu salgın, bu yalnızlık bitsin diye. İnsan özlüyorum gündüzleri.

 Sarhoşun biri üniversite kütüphanesinin önünde söylene söylene uzanıveriyor bir heykelin dibine. Heykel tanıdık geliyor, şapkamı çıkarıveriyorum önünde. Aslında benim şapkam yok. Peki ya bu potinler, deri eldivenler boşuna mı hissediliyor? Hayır, ben yine zihnimi bir şehrin eski günlerinde, şehrin tarihini ruhuna kazıyan bir gününde yaşıyorum. 

 Ah bu pazarları, kimsecikler acıkmıyor mu? Dolabım bomboş, yine birkaç kuru incire, bir iki nohut tanesini ıslatan tükürüğe kalacağım. Halbuki sevgilim ne güzel hazırlar sofraları. Ama ben ondan uzak olacağım birkaç gün. Çünkü ona şiirler yazmak için onu özlemem gerekiyor. Yazmadan yaşamaksa her şeyden elem...

 Ne şanslı...Diğerleri onlara yazdığım şiirleri ya hiç görmedi ya da birkaçına aşina oldu. O kalemimin hareketlerini bile izliyor. Benim kara gözlü sevgilim... Tanrı onu ya koşmak ya da düşünmek için yaratmış, ne mutlu bana. Ama ben ondan uzak olmak için bak, nasıl yürüyorum sokakları. Çünkü özlem istiyor damarlarım, kaosta can buluyor ilhamlarım. Öyle bir kavga içinde büyümüş ki duyularım, ayrılıklarla, akıl hezeyanları, aldatılmalar ve gözyaşıyla sulanmadıkça, akılda dalgalanan haykırmalar kağıtları doldurmuyor. 

"Biri bana kendini bile tüketen çetin bir kıyamet göstersin! Ey Tanrı, indir göğü şimdi insanlığın üzerine, şiirlerimde kan revan içinde ama kelimelerle bir ahenkte olayım!"

 Sözlerimden huzurdan kaçtığım anlaşılmasın. Ben de sıcak bir koyunda uyanıp güzel türküler çığırmayı, ıslak yollarda dans etmeyi ve sevdiğim kitapları okurken kendimden geçip konuşmayı seviyorum. Ben de aşkın mutluluğunda savruluyorum. Lakin benim sorunum acıyı deneyimlemek istemem değil. Ben acı çekmekten hoşlanan bir insan asla olmadım. Aksine huzura da aç yetiştim. Fakat komik kader, gülmek isteyen üç yaşındaki "ben" i, kaostan, kavgadan, yalnızlıktan ve mutsuzluktan alıkoymadı. O kadar alıştım ki sübyanlığımda kavgalara, ayrılıklara, başka hayat, koşul bilemez oldum. Ben her halükarda yine içi serin, merakta, sanatta ve aşkta sarhoştum. Ama bu sarhoşlukları çevremden kaçmak için kullanıyordum. Onlara, o çevrede, gerçekten, tam anlamıyla hiç sahip olamıyor; fakat hepsini aç bir kurt gibi arzuluyor, hayal ediyordum. Şimdiyse onlarla uyanıp onlarla dalıyorum uykuya. Belki de tanımlayamıyorumdur. Sadece boşlukta beliriyorum bazı zamanlar, bir ifadesiz, bir duygudan yoksun kesiliyor ifadelerim. Halbuki mutluluktan uçuyor yüreğim. Belki de ben mutlu olunca nasıl davranılır, hiç bilmiyorum. Çatışmalar içinde, kendimle mutlu olmayı, yalnız kutlamayı öğrendiğim içindir belki de. Bilmiyorum.

 Ne çok tepeler, hedefler belirliyoruz kendimize. Gözümüzü onlara dikip öylece kör oluveriyoruz. Halbuki zamanın kendisi hissin de, fikrin de en doruk noktasıdır. Şimdidir tüm zevklerin anahtarı. Ama büyüme şeklimiz, anne-babamızın bomboş levha olan bize karaladıkları saçmalıklar ve zamanın değil ama hayat denilen, tuttuğumuz bu tesadüfi yolun ruhu, bizi şimdiden alıp aklın karanlık fantezilerine hapsediyor işte.

  Nasıl şu anımı hissederim acaba? Hani kafamı, şu ahenkli çeşmenin içine daldırsam Münih'in soğuğunda? Bu anı bırak, bu günde, bu yılda kalır mıyım? Ama yapamam. Maskem ıslanır, hasta olurum korkusu, yani bir sonraki dakikaların, geleceğin varlığının yarattığı huzursuzluk şimdiyi özgür bırakmıyor.

 Yok etsek  algısını geleceğin, gelecek nesillere ilerleyen bir yalancı bu düzlemden bahsetmesek, kimse haberdar olmasa yarından, kaosumuz şu an kadar çetin olur mu? Belki toplumsal bazda bir problemi tetikleriz. Fakat bireylerin akılları özgürleşir, medeniyete yabani, şimdimize sadık oluruz. 

 Gerçekten boş bir tartışmanın içindeyim. Eskimeyi ya da herhangi varlığı açık şeyi reddederek amaca ulaşılamayacağını biliyorum. Algımız değiştirilmeli. Ama insanoğlu bir şeyi değiştirmekten, düzeltmekten çok onu reddetmeyi, yok saymayı daha kolay bulacaktır. Ben de bunu yaptım. Ama kendimi her fikrimde uyaracak, düşünme şeklimin değişmesi için çabalayacak enerjiyi kendimde bulamazsam da hayatın böyle geçmesinin de ne kadar sıkıcı ve boş olduğunu biliyorum. Ne yazık, güzel sokak lambalarını ve batan günü izlemek yerine, kaldırıma eğilmiş, kambur kambur yürüyerek bunları düşünüyorum. 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.