16 Eylül 2020 Çarşamba

İstanbul Notları 1: Düşüncenin Gerçekliği Hakkında Kafa Karışıklığı

 


 "Bir şey beni durduruyor. Duygularımı kendime ifade etme açısından fazlasıyla dağınık ve durgun bir haldeyim. Aslında durgun değil, duraksamış bir hal diyebiliriz. Bir koridor gibi...Yarısı gri, yarısı beyaz. Sanki o beyaz yarımda yürüdükten sonra griye geçmekte çekincelerim varmış gibi. Hissizlik değil, kendime ifade edemediğim, gerçekliğine inanamadığım bir  şeyi kabul edememek gerçeği. 

'Ama muhteşem aşk cümleleri kurabiliyorum sevgiliye. Sadakatten dem vurup arzu dolu dağlarda dans edebiliyorum çılgınca. Peki bunların derinliğinin, en derin gerçeğinin ya da gerçekliğinin ifadesini kendime yapabiliyor muyum? İşte bu kısımdan sonrası komik.'

 Hissiz değilim. En derin, en aşk dolu, en yüksek duyguları hissedebiliyorum. Ama hiçbirinin gerçekliğine inanmıyorum. İçimdeki çelişkilerin en saf çözümlemesi bu olabilir. Tüm o dalgalı, inişli çıkışlı, sarsıntılı duyguların bana inandırılmaya çalışılmış, gerçeklikten uzak şeyler olduklarını düşünüyorum."

 Bir yokuştan hızla iniyorum. Ellerimde tomar tomar kağıtlar... İçlerinde bana dair, benim bile bilmediğim sayılar ve devlet standardında değerlendirilmiş bilgiler var. Etli bacaklarım sıcak havada, eteğin altından birbirine sürtüyor. Yapışkan bir sızı var külodumun içinde. Ya sıcak havalardan ya da etli bir kadın olmaktan nefret ediyorum. 

 Kesinlikle sıcak havalardan nefret ediyorum! Soğukta, azgın rüzgarlarda savrulmak beni yaşamın içinde bir mücadelede gibi gösteriyor her şeyin kayıtlı olduğu zaman denen odada. Bu yüzden en dondurucu yerlere gideceğim. Sıcak ülkelerdeki insanların vurdumduymazlıklarından, düşüncesizliklerinden ya da ılık mutluluklarından kaçacağım. Yani yaz, benim için şımarıklığın zamanı olduğundan...

 Acelem var diye düşünüyorum. Acelem var mı bir yerlere yetişmek, başka yerlere göçmek veya aşka kavuşmak için? Bilmiyorum, ben bazen bazı şeyleri sadece "yapılması gerekenler" olarak kafama kodladığım için yapıyorum. Ve o anlarda, genellikle ne yaptığımın farkında olmuyorum. Ama aklın köşelerindeki, hayatla ilgili kurduğum soru cümlelerini susturmuyorum. Belki o zamanlar sadece o soruları düşünüyor ve yaşadığım anı, yeri ve yaşadığımı anlayamıyorum. 

 Peki anlamanın ne önemi var? Yani hangi anda, ne yaşadığının, bunları derinine kadar hissetmenin ya da anı doyasıya yaşamanın ne önemi olabilir? Yaşamın kendisi, sorduğumuz sorulara bulduğumuz yanıtlar ve yanıtlar için düşüncelerimizde yaptığımız gezintiler değil midir? Klişe gelebilir ama öldüğümde yanımda ne doyasıya yaşadığım anları ne de nadiren başıma gelen mutlulukları götüreceğim. Fakat tam öleceğim sırada kafamdaki hiçbir soruyu yanıtlamamış olursam pişman gideceğim hiçliğe. Neyse, efsanelerde resmedilen bilgeler gibi konuşmanın mantığı yok. Ama sorguluyorum, duygularımı hissedebilip  gerçekliğine inanmıyorsam sadece düşündüğümü, düşüncelerimin aktığını bilip, bu kısıtlı bilgiye sahip olduğum halde düşüncelerimin gerçekliğine nasıl karar veririm? Ya bir gün onların da gerçekliğine inanmayıp ifade edemezsem... O zaman tüm bu söylediklerime göre pişman ölmüş olurum. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.