27 Eylül 2017 Çarşamba

Uyumak



     Uykum yok. Ama gözlerim ağırlaşıyor. Ve her kapanışında gözlerimin, bir adam görüyorum: Kirpikleri uykuda. Gözlerinin altında uykusuzluğun sindiği bir karanlık, baygın sallanışında tuhaf bir ahenk var. Biraz daha sallansak kafası omzuma düşecek. Yaklaşsam nefesini duyacağım. "En güzel her şey"e bu kadar yakındım işte. Ama yaklaşıp nefesini dinlemedim, kafası omzuma da düşmedi. Hiçbir şey yapamadım.
    Onu izleyebilmek için uyumamıştım. O zamandan beri de uyuyamıyorum. Gözlerimi kapatırsam hayatın tüm güzelliğini kaçıracak gibi hissediyorum. Gezilecek tüm ovaları ve onu izleyebilen tüm güzel gözleri. Tabi hiçbir önemi yok,biliyorum. Çünkü güzellikleri atfedebileceğiniz birileri kalmayınca, hayatta neleri kaçırdığınızın bir önemi kalmıyor. Fakat güzelliklerin uzaklaştığını fark edip, onların algısını kaybettiğinizde uyumaktan önemlisi olmuyor malesef. Öyle bir yere yerleşiyor ki yatağın bir köşesine sonsuzca yapışmak, tüm günü bitmeyen bir enerjiyle, tükenerek geceye hazırlıyorsunuz. Hazırlamaya çalışıyorsunuz. Peki sonuç, ben hazırlayamıyorum, yani uykusuzluk.
   Kemiklerim ağrıyor. Sanırım yorulmak için her şeye gülmeye başladım. Bazen hiç konuşmuyorum, ağzım açıldığında nefessiz kalana kadar kelimeler üretip yorulmak için. Ama yorulamıyorum o zamandan beri. Sanki biri beynime bir şey verdi, bir neden, her şeyi fark edip, yaşamı kaçırmamam için. Fakat o şey her neyse beynime kısacık dokunup uzaklaştı ve ben, şimdi,  uyuyamadığım şu anda, o şeye delicesine muhtacım. Neye muhtacım ben? Bir insana değil. Bir hisse mi? Karnım o kadar boş ki ama aç değilim. Açlıktan başka ne hissedilebilir? Açlığımı bile hissedemiyorsam neyi hissedebilirim ki?
   Uyumak istiyorum. Akşama kadar parkta oynayıp, uyuşup annemin güven dolu kucağında sızmayı arzuluyorum. Yine başladı. Neden böyle olduğunu anlayamıyorum. O kadar şey değişti mi o günden bugüne? Kapı eşiklerine tırmanıp, kumda yuvarlandığım, düşüp de gülme krizine girdiğim zamandan bu yana yok gibiyim. O zamanlarda bir yerde kaybolmak istiyorum. O zamanki yatağıma uzanıp ağzımın suları akana kadar alamadığımız trenleri, arabaları hayal ederken uyuyakalmak istiyorum. Ama bunu istemek yanlış! Geçmiş özlenerek şu anı mahvetmemeli. İşte, bu zayıflığıma kızıyorum, kaslarım geriliyor. Neden şu anı heba ediyorum diye düşündükçe, kendimle savaştıkça nasıl uyuyabilirim? Sıkıldım. Çok sıkıldım gerçekten. Ama gözleri açık tutmaktan, izlemekten vazgeçemem. Çünkü "o andan beri" , yani o gözlerini kapatıp uykuya daldığından beri her şey geçmişimden güzel olabilir. Ama geçmişim de öyle özlenesi ki.
   Sanırım korkunç bir ikilemde sıkıştım. İkilem? Tabi ki ulaşılası şeyler değil ikisi de. Geçmiş desem gidemem, aynı şeyleri yaşayamam. Büyüdüm. "O"? Ulaşamam. Gücüm yok. Yine de en çok neyi istediğimi bilecek kadar aklım başımda. Uyumak istiyorum. Gayet doğal ve insani. Herkes uyudu ya da uyuyacak. Ben güneşin doğuşunu izleyeceğim. Daha ne kadar sürer bilmiyorum. Güneşin doğuşunu izlemek istemiyorum. Buna bir anlam da getiremiyorum.Bu izlemeler adımın anlamından mıdır, bilemiyorum?  
   "Güneşin doğuşunda hoş sohbet."
  Komik, güneşin doğuşunu neredeyse hiç sektirmeden, her gün izliyorum, beklemek zorunda kalıyorum. Ama hoş sohbet yok. Sohbet yok. Tek başıma öyle bakıyorum. Ve sanıyorum, daha böyle susarak çok bekleyeceğim. En azından şanslıyım diyebilirim. Ben yine de, her şeye rağmen, ışığı bekliyorum. Bu da benim saçma sapan bahanelerimden en güzeli olsun.