23 Nisan 2024 Salı

Bir Garip Form

 

“Ben…”, dedi. 

“Ben bazı inatları hiç anlamıyorum.”

 Gözleri bir dizi anlamsız davranışa şahit olduğu için kısılmıştı. Gür saçlarının arasında kalan  yüzü kaskatı kesilmişti. Onu izlemek için kıvrılan sokak lambalarının kuvvetli ışığı teninden damla damla süzülüyordu. Yüzü sıcacıktı.

 Uzun saçlarını arkaya itip ellerini göğsüne vurdu. Anlattıkları sanki hiç duyulmuyordu. Sanki ses tellerinde saklı bir takım böcekler haykırışını engelliyordu. 

 “Kimse vazgeçemez birinden, benim vazgeçtiğim kadar!”

 Sessiz iniltisini bir tek zihni duydu. Şehrin kanalizasyonundan bir tuhaf kan pıhtısının sesi yükseliyordu. Demir kokan kanallardan gelen bu ıslak gürültü, kapıları aşındıran bir reddedişi, bir canavarın zorla doğuruluşunu hatırlatıyordu ona. 

 İfadesinin yokluğundan boğuluyordu artık. Kanın köpük köpük deliklerden sızdığı kanalizasyon kapaklarından birini açtı hiddetle. Kimsenin görmediğini ve bakmadığını bilerek çıkardı üstündekileri. Soğuk sokakta çırılçıplak kaldı. Kokusunun sindiği ne varsa attı kızılın fışkırdığı borunun içine. Ve hiç düşünmeden koştu daha ışıklı sokaklardan birine. Küf kokan binaların arasında kayboldu.

22 Nisan 2024 Pazartesi

Eve Dönüş Ritüeli

 

 Kalbimi havada tutuyorum. Atımının heyecanı yüzüme damlıyor. Kalabalığın arasından başka bir koku, başka bir yön yayılıyor. Hepimiz kızıl göğün coşkusunda uçuyoruz. 

 Kimi çıkarmış ciğerini emziriyor, kimi beyniyle bir çeşme başında sohbette. Ben daha fazla güneş görsün diye kaldırdım kalbi tutan kanlı elimi. Odaları kalbimin, sımsıcak şimdi. 

 Tanrı, kendini görerek isyan başlatan bizleri tedirginlikle izliyor olmalı. Kendini bilen için kurallar manasız, histe kazılı. Onaya ihtiyacı yok duygusuna dilini değdirmiş olanın. 

 “Ben şimdi, yeniden doğurduğum hislerimle kendime akıyor olacağım titreyerek.”

 Bundan daha öte bir kendini gerçekleştirme olamaz. Denemenin cesaretinde olmam bile yeterli. Diğer her şey gibi… Bende olanın, ciğerde, beyinde ve göğe kavuşturduğum kalbimde olanın yolu bana yeterli. Evdeyim.

19 Nisan 2024 Cuma

Kase

 

 Kocaman bir kase… İçi bomboş. Pürüzsüzlüğünde hiçliğin rüzgarları esiyor. Dokunan, boşluğun derinliğine çökecek sanki bu tuhaf, insan eli değmiş toprak parçasıyla birlikte. Ne göze çarpan bir özelliği ne de varlığına ihtiyaç var. Sadece varolmak için, nedensizce orada. 

 Şimdi onu alıp tüm gücümle duvara fırlatsam ve parçalanışını izlesem kocaman evrenin işleyişinde ne değişir? Entropinin yıkılmaz hızına bir katkım olur sadece. Kompleks bir yapıda gereksizce sıkıştırılan tüm o ufak parçalar etrafa yayılır rastgele. Ve bakanı rahatsız eden amansız boşluğu, hiçliği ortadan kalkar. “Keşke hiç yapılmasaymış...”, diye inleyen gözler huzura kavuşur. Bir manasızlık basitçe sona erer.

16 Nisan 2024 Salı

Dolanıklık

 

 Sana kelimeler yazıyorum. Kelimeler, gizlenmemiş, teslim olmanın ötesinde... Teslim olmak ne demek peki?

“Dinlendiğimi nasıl anlayacağım?”

 Söylediğim sözler güvenilir mi ki dinleyen de teslimiyetimi anlasın? Birbiriyle çok uzak mesafelerde, bilinen hızlardan da hızlı haberleşen o iki atom altı parçacıktan biri gibi sen de anlıyor musun benim hemen, şimdi nereye döneceğimi? 

  Teslim olmak en kolay yollardan da korkutucu. Ama bak, çabalıyorum. Sana küçük izler bırakıyor gibiyim. Nasıl vardığımı bilmediğim yerlerin yollarında izlerim var. Teslim olmak istiyorum teslim olacak kadar tutarlı olduğumu bildiğim anda. 

“Dostum A., beni seziyor musun? Yoksa dinlemek mi bu?”

 Yeşilin tonu değişiyor cumaları güneşin seyreldiği saatlerde. Sezmek mi? Dinlemek mi? 

 “Dostum A., beni biliyor musun seni bildiğim gibi? Yoksa asıl yanılgı ben miyim?”

 Aynı yer…Aynı yerde olmalıydık, ki o zaman da dokunarak emin olamazdım seni bildiğimden. Biz dolanık o iki parça mıyız rezonansında bilmenin? Kolay şeyleri karmaşıklaştırdığımı düşünme. Bak, ben sana hislerimi anlatıyorum belki hiç duyamayacağın şekilde. 

 Vurguladığım mesafeler özlemim, sorularım sana olan derin güvenim, haykırdığım kararsızlık zekana saygım… “Beni anlıyor musun?”, deyişlerim beni anlıyor olmana övgüm. Tam da bu yüzden korkmam dans etmekten. Bana paylaşmamı öneriyorsun. Bak, paylaşıyorum başarabildiğim kadar. Dans ediyorum his denilince aklıma dolan ifadelerle. Kendimde çözebildiğim kadarıyla yapıyorum bunu. Bilmeye çalıştığım kadarıyla... 

12 Nisan 2024 Cuma

Güneşli Bir Gün

  Herkes delirmiş olmalı. Gitsem de kalsam da bir tuhaf kaygı… Kimse kendi hayatından memnun değil ki bana o nitelikli duyguları beslesinler. 

 “Herkes aklını kaçırmış, en az benim kadar. Ama benim deliliğim tanımlanmış bir hüzünden mutluluğa dönüyor kuşkusuz. Benim sözlerimi söyleyeceğim birisi var. Olmayanların çelişkisindeki o koca mizahı görüyorum.”

 Karşımda genç bir kadın oturuyor. Zavallı kendini yaşlanmış sayıyor, yanındakini görmüyor. Kendi mutsuzluğu içinde beni mutsuz etmeye çalışıyor. Ama nasıl olduysa bağışıklık geliştirdim, artık benim hayatım hakkında söylenen o asılsız kehanetleri kabul etmiyorum. İstersem yaparım, başarırım biliyorum. Kıvrımlı hatlarımın, uzun saçlarımın hem kadınlarda hem de erkeklerde yarattığı korkunun farkındayım. İşte tam da bu yüzden sesli kahkahalarımı fırlatıveriyorum salonların en görkemli duvarlarına, inatlaşıp kalıyorum. 

 Tek gayesi kadınları yok etmek olan kadınlar, tek derdi erkekleri yok etmek olan kadınlar, ilgisini belli edemeyecek kadar özgüvensiz o adamlar, arada bir gelip kendini hatırlatan manipülatif asalaklar, tek yarışı hemcinsleri olan o erkekler ve kadın düşmanları… Ben bunların hiçbiri değilim. Üretiyorum. Bekleyin, yazdığım en iyi hikayeyi hazırlıyorum. Hem de bunu kendimi sevmeye çalışarak yapıyorum. Kimseyi referans almadan, sadece kendimle… Ayrıca öğrendiklerimi paylaşmak, kendi fikirlerimi ifade etmek için titreyen ellere ihtiyaç duymuyorum. Küçücük bir kadın olarak, büyük kalçalı, kırmızı rujlu bir kadın olarak, erkeklerin iktidarından bahsediyorum. Üzgünüm, sizi çözüyorum. 

“Ne önemli anneleriniz var be arkadaş! Benimki beni aldırmak için doktor doktor gezmek zorunda kalmıştı.”

  Onu ne vazgeçirdi bilmiyorum. Kim kimden vazgeçti ondan da emin değilim. Ben kendimden vazgeçmiyorum. Şimdi en kırmızı elbisemi giyip kendimi sokaklara atacağım. Kıvırıyor olmamla, kadın olmamla sorunu olanlar başka kaldırımdan yürüyebilirler. Hatta saklansınlar. Köşe bucak kaçsınlar, ben kendimi severek baş kaldırıyorum. Kendi evrenimdeki en derin isyanı kusuyorum. Ben ışıklı sonumu biliyorum. 

30 Mart 2024 Cumartesi

00:48

 

  Hasta olmak kanım şehri terk etmeden önce ya da bükülmek sonsuza dek… Hepsi ama hepsi içimde ve yalnızlığıma dair zavallı bir eğlence.

 Şimdi dostlarımın göğsünde ağır bir baş olsun istiyorum. Benim başım… Ve o tüm sıcacık yorganları şehrin, üstüme örtülsün. Üşüyorum. Yönünü unuttum özlemenin. Dostlarımın omzunu, annemin türküsünü, kardeşimin kahkahasını, sevgilinin ışıklı yüzünü özledim. Özledim.

21 Mart 2024 Perşembe

Kardeşlik

 

 Hepimizin ağzı açık... Boynumuz kırılacak sanki göğe bakmaktan. Gözlerimizin yuvaları kan doluyor. Bizim kanımız değil bu. Masmavi göğe asılı ay ışığından çığlıklar damlıyor.

 “Bu çok tuhaf bir yenilenme olacak! Dokunduğumda veya savaştığımda anlayacağım eksik parçasını tekliğin, yalnızlığın.”

  Yavaşça çıkardım üstümdekileri. Tırnaklarımla parçaladım göğsümü ve en derine indim. Kocaman bir boşluk bir kalp gibi hızla atıyordu içimde. Zihnimi en çok o acıtıyor, düşüncelerimi en çok o kurcalıyordu. 

 Sımsıkı yakalayarak çıkarttım boşluğu gövdemden. Bulanıklaştı gözlerim. Renkler karardı. Boşluk içimden çıkınca ağırlaştım, toprağa daha çok tutundu bedenim. Varlığım konusunda şüphelerim azaldı. 

  Ela gözleri ve incecik yüzüyle geçmişime dokunan genç kadına baktım. Ufacık elleri nazik bedenini kaşıyordu sanki. Onu durdurdum. Küçük bir çocukken veya ergenken durduğum gibi... Sarıldım. Benden korkmadığını biliyordum. 

 “Buna gerek yok kardeşim. Buna gerek yok.”

12 Mart 2024 Salı

Deli Otlar

 Saçmalığındayım yerin yerli yerinde olmamasının. Yerli, buralı ya da değil. Uzaklardan ve aslında tam da dibimde. Her şey o müthiş tuhaflıkla çalkalanıyor. 

 Etrafımda dans ediyorlar. Kollarından en renkli ipekler sarkıyor. Tüm gözlerde sürme var, bakıyorlar derin derin. Fısıldaşıyorlar.

“Dün gece evini şeytanlar basmış, hüznü çıldırtmış işleyen aklını. Saatlerce ağlamış ve ağlamış…”

 Deli olunca bu fısıltılar sakızlı çaylı günlerin dedikoduya susamış kadınlarını anımsatıyor. Şimdi herbiri alkışlarla haykırıyorlar ritmi kalbime eş ritimle.

 “Daha kötüsü var mı bilmekten gerçeği? Kendi gerçeğini… Haydi kabul et! Kabul et neye dudak süreceğini! Haydi kabul et beline sarılan eli!”

 Bir acı bilgi topluca söylenince, ne hikmettir, rahatlıyorum. Beni de bir dans etme isteği sarıyor. Raksa hazır gövdemi sallıyorum rüzgarda sallanan bir kuru ot gibi. Evimde ampüller patlıyor, objeler savruluyor. Önemli değil. Boş vermeyi kutluyorum. 

27 Şubat 2024 Salı

Dostum A.’ya

  “Bu uykusuzluğun sebebi nedir? Kayboluyor mu isimlerim başka başka dillerde? Yok olan isimler için mi dipdiri bu beden gecenin bir köründe?”

 Şimdi yine kilisenin birinde bağıra bağıra ağlayacağım. Ama bu sefer ulaşamadığım sevgiler veya başarılar için değil. Kendi gücümü ve tutkumu kaldıramadığım için... Bir de uzun zamandır yazmıyorum. İstediğim kadar konuşayım, yazmadıkça ifadelerim kısırlaşıyor. 

A., söyle bana, yine mi katılıyorum kendini yok eden, o tükürük saçarak konuşan hırs dolu insanlar kervanına? Yoksa kendimi mi gerçekleştiriyorum? 

 Benim güzel şahidim, ben de aynı senin gibi uyumuyorum. Farkımız şu ki, sen kaygı duymuyorsun. Bense korkudan titriyorum. Kendim, bu ben, koskoca, şekli tanımlanamaz bir canavar gibi dikiliyor önümde. Onunla savaşırdım eskiden. Şimdiyse önünde eğilmeyi, istediklerini yapmayı ve onu dinlemeyi seçiyorum. 

 Keşke karşılıklı oturup tartışabilseydik bu hezeyanımı. Şimdi, tam şu anda yaşansaydı bu tartışma ve sen hep haklı olsaydın. Çünkü biliyorsun, bir başkasının daha çok bilmesi kadar güven veren bir duygu yok dünyada. Dinlemek isterdim şimdi, tüm o daha çok bildiklerini. Benim bildiklerim dışında her şeyi... Her neyse, seninle aynı yerde olmayı özlüyorum. Seni özlüyorum.

26 Şubat 2024 Pazartesi

Ses

 Birilerinin anlamını bilmediği, benimse kendimden korku içinde sakladığım, benliğin amansız yakarışı geldi yine. Nasıl bastırıldığını anlattı hırstan gözümün döndüğü gecelerde ve gündüzlere nasıl yok olmuş uyandığını.

 Oturdu göğsüme elleri bağlı, gözleri kimi özlüyor kestirilmez halde. Yakaladım omuzlarından. Yatağın en derinine bastırdım. Çığlıkları kaybolmadı, yıldım. Usulca göğsüme, yerine geri bıraktım. Yastığım sırılsıklam, gözlerim kanlı bekledim sabahını susmasının. Bütün acılarım yüzüme yağdı. Bunlar kabul ettiklerimdi sadece. Görmezden geldiklerimse onu daha çok azdıran... Sabah oldu. O uyudu. Ama çığlıklarının yankısı susmadı. 

Yitik Zaman

 Görünmemek ya da karanlık bir odanın köşesinde, donuk bir hisle beklemekle ilgili… Çökmüş yanakları, bembeyaz suratı ve üstüne kuru bir ışığın yansıdığı şekilsiz saçlarıyla biçimsiz bir beden. İçi bomboş…Varlığımdan çokça özgür… Ve özgürleştikçe korkunç, acımasız, duygusuz…

19 Şubat 2024 Pazartesi

Hoş Sohbet

 Kendime dokunmaktan yorulduğum ve karanlıktan baktığım anları alaya alır bir gülümsemeyle karşılıyorum. Ne korkunç bir levhaymış bu üstüne en derin aşağılamaların kazındığı. Hiçbiri benim fikrim değildi ya da benim şiirim. Aslında benim tuvallerim canlı renklerle dolu olur. Birbirine karışan bu renklerin bir düzeni yoktur. Ama bir o kadar da doğal görünür ışıklı günlerde. 

 Bu tuhaf acıtmayı neden nadir de olsa yaparım, biliyorum. Bildiğim için eskisi kadar yaralayıcı değil. Sadece komik… Kazınan düşüncelerin benim tarafımdan görünüşü komik olan. Kazıyanların tarafı anlaşılmaz ve anlaşılmaması yararlı… 

 Benim tanrılarım en acımasız olanlardı. Gözlerine bakan yaşamazdı, ben hayattayım. Halbuki ne çok kazınmak istenmiştim başlangıç dolu mağaraların duvarlarından. Bu mağaraların girişindeki o tuhaf, dehşetli isteğin varlığından gölge bile göremedim yaşamı yansıtan. Varolduğumda amansızca yabancıydım. Eğitilmemiştim “olmak” için. Günah gelmişti bana nefes alıyor olmanın güzelliği.

 Şimdi yavaş yavaş, ıkına ıkına kendimi doğuruyorum. Hissediyorum yüzümde, sırtımda kendi duvarlarımı. Daha sıcak ve gerçekçi geliyor merhameti kendimin. Başlangıçların ve gülmenin annesi gibi hissediyorum. Güneşin doğuşunda hoş sohbet bir çocuğu dinlemek gibi hayatı deneyimlemem. Kendimi ara ara acıtsam da bu oyuncu çocuğun gülümsemesinden kaçamıyorum. 

17 Şubat 2024 Cumartesi

Tanrısız

 

 Dün sabaha kadar uyuyamadım. Uykuya daldığımda titriyordum. Bir tuhaf korkuydu beni uyandıran. Saçma bir kabus, içinde bilinmez yaratıkların beni rahatsız ettiği ve bedenimi ele geçirdiği…Havadaydım dualar okurken. Beni neyin büktüğünü bilmiyordum. Sadece her yer kıpkırmızıydı ve görüntüler bölük pörçüktü. Bozuk bir televizyonun cızırtıları duyuluyordu.

 Tüm gücümle, beni kaybetmemek için dua ettim değişik dillerde ve dinlerde. Kendimi bırakmak istemiyordum. Hayatım benle, elimde olmalıydı. Ama korkuyla savruluyordum.

 En sonunda, duvarları camdan bir ofisin içinde buldum kendimi. Uçsuz bucaksız bir denizin önüne inşa edilmiş camdan bir yapıydı bu. Su oldukça berraktı ve gün aydınlık. Ofisin halıları koyu maviydi. Ve en uçta, ufuğun göründüğü odada, ki odalar da cam duvarlarla birbirinden ayrılmıştı, babam ahşap masasının başında çalışıyordu. Acıyla eğildim önünde. Ve kurtarılmayı diledim. Yalvardım. Böylece anlıyorum şimdi, tanrısı olan insanların neden daha rahat uyuyabildiğini. Ben artık uyumuyorum. 

7 Şubat 2024 Çarşamba

Rüzgar ve Yağmur

 

 Rüzgar kılıcını hınçla çekmiş, en büyük yarasını almadan önce savsak bir hırsla saldıran o genç savaşçı gibi… Halbuki ben, tüm bu kuvvetler içinde kendini sessizce süzülmeye bırakmış bir küçük toz tanesiyim. Karanlık tünelleri, ıslak yolları ve kokusu genzi yakan o sokakları geçtim. Ve şimdi, rüzgarla beraber o savaşçının ruhunda ve zamanında tekrardan yolculuk ediyorum.

  Yağmurun gökten inişine bu cesur savaşçının omzunda şahit olmam gerekmez. Yağmurlar zerrelerimde saatlerini ve yükseldikleri yerlerdeki insanların anılarını sakladılar. Böylece vakur bir anlayışla aktım hayatlarından. Onları en çok neyin hasta ettiğini öğrendim.

 Eğer şimdi bu genç vücut, kılıcı sıkı sıkı kavramış beden dikilirse en şeytani yüzlerin önüne ve bilinçsizce parçalarsa gerilen o güven perdesini, ben geçmişimi izler gibi onu izliyor olacağım. Değiştirilemez ve pişmanlığı duyulamaz o geçmişi… Ve tüm o yağmurların, yas tutan insanların seslerini bindireceğim omuzlarına. Süzülmeyi ve yitmiş zamanlara bakmayı zorlayıcı bir bilgelikle öğrenebilsin diye.

4 Şubat 2024 Pazar

Tüm Zamanların En Derin Korkusu

 

 “Bu tarihin en korkunç hissi olmalı. Seçtiğim ailenin o özel ve en hassas ferdini böyle bir hezeyanda kaybetmek… Hem de daha derin bir dostluğun kapıları açılmamışken… Aslında bilmeden hissediyordum ne kadar yansıttığını en kırgın yerlerimizin birbirini ve ne kadar zorladığımı kendimi, anlatmamak için ona bulunduğu esrimenin etkisini.”

 Upuzun saçları kan ve derinin içinde öyle uzun bir süre yoğrulmuştu ki, bir et yığını veyahut nefes alan bir yara gibi taşlaşmıştı. Korkunç bir gecenin ışığını bir salı günü yakmıştı. Zavallı dostunu eski korkuların saklandığı bu karanlık ormanda, söylencelerin azılı kaynağında bulmuştu. Çam ağaçlarının, arasından umarsızca yükseldiği bir kayalığın kanın göl olduğu akıl ermez havuzunda yüzüyordu genç beden. Dümdüz siyah saçları ve nazik hatları kızıla karışmıştı adamın. 

 İlk bakışta geri durmayı denedi. Uzaklaştı hala nefes almakta, baygın bedenden. Yaralanmış bir ruhun bilgisini kaldıramadı. Tenine dokunan temasından kaçtı aniden. Onu hissetmeyi bırakmak istedi. Delikanlının karmaşayla kurduğu ilgiyi inkar etti. Renkli örnekler, canlı anılar sayıkladı bilmeden. Başka bir hatıraya uzanmak için yalvarıyordu içinden. 

“Benim kendi ruhumda bile daha bitmedi vazifem. Kaybolduğun bu dehşetin havuzuna şahitlikle savruluyor gövdem! Sana sırtımı dönmem en güzeli…”

  Dostunun bedenini et parçalarına basa basa taşıdığı havuzdan çıktı. Farkında olmasa da demirde yoğun bu çukurda fazla kalmıştı. Kimin bu vahşeti yarattığı açıkça okunuyordu. Sezgilerin ve değişen boyutların o ıslak canavarı, yuttuğu yerden tükürmüştü bir gövdeyi. Belli ki bu karanlık yaratık uzunca bir süredir yaralamaktaydı baygın bedeni. Bir çarpılma veyahut çözümü imkansız büyü gibiydi. Aklı en uç noktalarına kadar bulandırmış, şekil değiştirerek çıkmıştı faninin karşısına. Ama aynı yerden doğuruyordu öfkesini. Reddetmenin hezeyanını bir korku kılığında zihninde uyandırıyordu.

  Kadın, gözlerini acıyla inleyen dostundan alamıyordu. Görmezden gelmek, susmak veya terk etmek ona göre değildi. Ama bu yüz, bu kanla sıvanmış gövde ona çok tanıdık bir başkasını, gece karanlıkta onu kovalayan bir gölgeyi anımsatıyordu. 

 Kaşlarından sarkan deri parçalarını tiksintiyle sıyırdı. Gitmeye yöneltti yüzünü. Fakat duyguların dalgalar gibi başka uçlara köprü olduğu insan aklının gazabından kaçamadı. Kayalığın çamurlaştığını, havuza saçılmış deri parçalarının ve kanın toparlandığını gördü aniden. Kıpkırmızı bir et gibi kabardığını, nefes alıp verdiğini toprağın ve bir dudak gibi iki parçaya ayrılıp bir ağız gibi arkadaşını yuttuğunu…

 Gövdesine saplanan bulantı ve aklını karıştıran korkuyla çığlığı bastı. Koşmak için direndi ama kasları ayakta durmaya alışmamıştı sanki. Hareket edemiyordu. Emeklemeye başladı. Her şeye yeniden başlamış gibiydi. Konuşmak, bağıra bağıra yardım istemek geliyordu içinden. Ama anlamsız sesler dışında bir şey çıkmıyordu dilinden. 

 Toprak iyice kabarıyor, bir ağızdan tümseğe, tümseklere dönüşüyordu. Kan kokusundan uyuşmuş bilincinde et yığınını andıran figürler, güçlü kollar ve kemikler oluşuyordu. O ise korkuyla titriyor, kontrol edemediği kasları onu işetiyor ve kusturuyordu. Yükselen kan kırmızı toprak etrafını sarıyor, avucunun içine alıyordu onu. Yavaş yavaş yerine oturan silüetler bir yüzü ve kocaman iri gözleri inşa ediyordu karşısında. Bu korkunç yaratık onu yutmaya hazırlanıyordu. Tanımak için avını, o devasa gözlerine yaklaştırıyordu zavallı kadını. Gözlerinden evrenin bilinmeyen bir köşesinden, hiç tanımlanmamış, daha ürkütücü, başka bir varlık yansıyordu.

 

 

3 Ocak 2024 Çarşamba

Işık

 

 Koştum. Dişlerim elimde, bütün gücümle koştum. Ayaklarıma giren dikenlere, yüzümü yırtan çalılara rağmen içimdeki tutkuyu uyandıran o beyaz ışığı takip ediyordum. Bir yılan gibi gökyüzünde süzülerek geceyi aydınlatıyor, olmayanı olana dönüştürüyordu.

 Ağzımdan ve burnumdan sızan kan boynumda kurudukça kaşınıyordu. Fakat bu umrumda değildi. Ciğerlerime nefes, yalnız bu geceyi kavuşturmak için doluyordu. Uzun saçlarım kana bulandıkça hissediyordum içimdeki vahşinin yükselişini. Özde olmaktan caymak istemiyordum.

  O yüce beyazlık yavaşlayınca önümde, etrafımı sararak aydınlatıyordu beni, karanlık ormanı. Tüm hücrelerime güç veriyordu hareketi ve yarışı.

“Kimden gelmiş olursa olsun bu yüce parlaklık, ataların izi silinir. Ve örtüsünü kazandığında beni oldurur, ben olurum!”

 Sırtımdan aşağı inen ter şefkatle okşuyordu hazlarımı. Dokunmanın güzelliğini rüzgar üflüyordu tenime. Bu anlamak, anlatmak, okumak ve yazmak gibiydi. Göğümde gezen serinlik, kadınlığıma ulaşan dokunuşlarım, benimle “ben” arasındaki örtüyü kaldırıyordu. Kanamasıyla ya da iyileşmesiyle her şeyden önce beni çiziyordu. O parlak rekabet öznesi ışık, şekil alıyordu. 

“Kimin istediği, kabul ettiği önemli değil bu yüce sınırları. Gözlerin yargısı silinir ve üstü temizlendiğinde yine beni gösterir, ben görünürüm!”

 Toprağın üzerine huzurla uzandım. Vücuduma sarılan ıslak örtü canlandırdı beni. İçim sıcacık, dışım sakin ve serindi. Dudaklarıma dokundum önce. Sonra kirpiklerime…Uzanışım büyük bir uyanık uykunun dinginliğini, çıplaklığım saklayamayacağım her şeyi haykırıyordu. Artık ışık yoktu. Onu çoktan içime almıştım. Geceyi ay ve ben aydınlatıyorduk. Etin üstündekini öğrenmiştim.