3 Ocak 2024 Çarşamba

Işık

 

 Koştum. Dişlerim elimde, bütün gücümle koştum. Ayaklarıma giren dikenlere, yüzümü yırtan çalılara rağmen içimdeki tutkuyu uyandıran o beyaz ışığı takip ediyordum. Bir yılan gibi gökyüzünde süzülerek geceyi aydınlatıyor, olmayanı olana dönüştürüyordu.

 Ağzımdan ve burnumdan sızan kan boynumda kurudukça kaşınıyordu. Fakat bu umrumda değildi. Ciğerlerime nefes, yalnız bu geceyi kavuşturmak için doluyordu. Uzun saçlarım kana bulandıkça hissediyordum içimdeki vahşinin yükselişini. Özde olmaktan caymak istemiyordum.

  O yüce beyazlık yavaşlayınca önümde, etrafımı sararak aydınlatıyordu beni, karanlık ormanı. Tüm hücrelerime güç veriyordu hareketi ve yarışı.

“Kimden gelmiş olursa olsun bu yüce parlaklık, ataların izi silinir. Ve örtüsünü kazandığında beni oldurur, ben olurum!”

 Sırtımdan aşağı inen ter şefkatle okşuyordu hazlarımı. Dokunmanın güzelliğini rüzgar üflüyordu tenime. Bu anlamak, anlatmak, okumak ve yazmak gibiydi. Göğümde gezen serinlik, kadınlığıma ulaşan dokunuşlarım, benimle “ben” arasındaki örtüyü kaldırıyordu. Kanamasıyla ya da iyileşmesiyle her şeyden önce beni çiziyordu. O parlak rekabet öznesi ışık, şekil alıyordu. 

“Kimin istediği, kabul ettiği önemli değil bu yüce sınırları. Gözlerin yargısı silinir ve üstü temizlendiğinde yine beni gösterir, ben görünürüm!”

 Toprağın üzerine huzurla uzandım. Vücuduma sarılan ıslak örtü canlandırdı beni. İçim sıcacık, dışım sakin ve serindi. Dudaklarıma dokundum önce. Sonra kirpiklerime…Uzanışım büyük bir uyanık uykunun dinginliğini, çıplaklığım saklayamayacağım her şeyi haykırıyordu. Artık ışık yoktu. Onu çoktan içime almıştım. Geceyi ay ve ben aydınlatıyorduk. Etin üstündekini öğrenmiştim.