21 Ağustos 2023 Pazartesi

Bazı Hikayelerim Hakkında

 

“ Karanlık, çok karanlık…”

 “Fazla kanlı, rahatsız edici…”

 Ama ben öyle hissetmiyorum ki. Bana oldukça samimi, oldukça açık ve tatmin edici geliyor. Bu kadar büyük bir netliği, yüksek arzularımı yönelttiğim birine yazdığım şiirlerde bile gösteremiyorum. Bir bedene bu kadar yakından, bittiği yerden bakma fikrini, insanların vahşet dolu davranışlarının ardındaki büyük korku ve çaresizliği anlatmak beni her zaman olduğumdan daha huzurlu hissettiriyor. 

 Aslında gerçek hayatta göreceğim bir damla kan bayılmama sebep olabilir. Lakin bir hikayenin içindeki insan bedeni ve onun parçaları çok güneşli bir günde kısık gözlerle izlediğimiz pespembe bir gül gibi. Bir korkak, bir cani ya da tutkudan kavrulan sırılsıklam bir beden özün en özde, en saf hali. 

 Zaten bahsettiğim her şey gerçek hayattaki çok daha kirli olan kökeninden güç almıyor mu? Bütün bu hezeyanlar veya duygular gerçeklikte daha kanlı, daha çürümüş veya daha azgın bir şekilde yaşanmıyor mu? Eylemleri, sıfatları veya sınıfları değiştirince sonuçları değiştirmiş olmuyoruz.

 Ben görmediğim bir şeyi anlatmıyorum. Lakin bütün bunları, bütün bu yaşananları erotize etmediğimi söyleyemem elbette. İnsanın her davranışında kasıklarımızı ıslatan bir yan, arzulara açık bir kapı vardır. Fakat birilerini tüm bu çıldırıya özendirdiğimi iddia etmek bana büyük bir haksızlık olur. Ben sadece her gün izlediklerimden bahsediyorum. Belki içine biraz kadınlığımı, kendiyle barışık bir vajinanın yaratıcılığını ya da dudak kenarlarımı ıslatan tutkunun hırsını koyuyorum. Sonra uykuya dalar gibi bilinçsizce karalıyor, uyanır gibi paylaşıyorum. 

  Peki bunu yapmakla ne amaçlıyorum? Evet, yaptığım şeyden inanılmaz bir haz alıyorum. Ve karşılığında bu hazdan başka bir şey beklemiyorum. Hatta bazen dürtülerimi en dizginleyemediğim hallerde, kasıklarım istediğim zamanda, istediğim kadar doluyken bile yazmayı düşünüyorum. Sanırım, işte tam da bu yüzden,  çok değer verdiğim bir takım yorumların belli kısımlarını ciddiye almayacağım. Arzularımı dizginlemeye çalışmadıkları yerden besleneceğim.

18 Ağustos 2023 Cuma

Zincir

 

  Hapşırdı. Parkedeki tozlar şimdi havadaydı. Her biri başının üstündeki ufacık delikten sızan ışıkla parlamaya başlamıştı. Toz taneleri ağır ağır dağılırken o, ağzının içindeki demir yığınını düşündü. Demir zinciri saatlerdir ağzında tutuyordu. Zincirin diğer ucu boğazına kadar inmiş, yutkundukça acı veriyor olsa da iddialaşmayı sürdürdü. 

“Ağzımda tutabildiğim kadar uzun tutacağım bu zinciri.”

  Midesi bulanmıyor, değildi. Aralıklı olarak öğürmeler yaşıyordu. Kendini kasarak tuttuğu, kusmasını engellediği sırada küçük bir dikkatsizlikle bütün zinciri mideye indirmek korkuyordu. Ağzının kenarından sızan, boynunu sırılsıklam eden salyalara ve  çenesindeki ağrıya rağmen oldukça kararlıydı.

 Sırtını odasının kapısına dayamış, bütün ev halkı içeride kahkahalarla muhabbet ederken o, kendiyle girdiği inattan başkaca bir şey düşünmüyor, dışarının bütün çekiciliğine, hatta odasında onu baştan çıkarabilecek şeylere, örneğin penceresinden görünen muhteşem göl manzarasına veya yeni aldığı kitaplara, rağmen karanlıkta bağdaş kurmuş bir şekilde öylece oturuyordu. 

  Kapının deliğinden sızan ışığa doğru saatini kaldırdı. İki saattir ağzında demir zincirlerle odasında oturuyordu. Bu süre içinde birçok şey düşünmüştü. Özellikle birkaç hafta önce okuduğu bir tuhaf haber üzerine epeyce düşündü. Bu haberi yerel gazetelerin birinde okumuştu. Geçimini çiftliğindeki hayvanların ürünlerini satarak sağlayan, iki çocuk sahibi genç bir kadın, çocuklarını parka gönderip evinin kapısının önünde kendini vurmuştu. Komşularının dediğine göre çok da canayakın olan bu kadının hayatında belirgin bir problem yoktu.

  “İnsanın kendini planlı bir şekilde öldürmesine neden olacak bir problem, nasıl olur da kimse tarafından anlaşılamaz?”, diye düşündü kendi kendine. Ve ağzındaki demiri dişleriyle sıkıştırarak tekrarladı: “Komşularının ifadesine göre bu naif ailenin hayatında belirgin bir problem yoktu.” İnsanlar tarafından samimiyetle okunabilmenin zorluğunun elbette farkındaydı. Fakat bazen bazı görmezden gelişlerin büyüklüğüne akıl sır erdiremiyordu.

 Artık çenesinin ağrısı başına vuruyordu. Boynu olabildiğine kasılmıştı. Lakin o, kendine koyduğu bu zorlu sınavı geçemezse benliğine saygısızlık etmiş olacağını düşünüyordu. Çene kemirlerini oynatarak ağrıyı dindirmeye çalıştı. Yine de bu hareket bir çözüm yaratmıyordu. 

 Dikkatini ağzından başka bir yere çekebilmek için kapının önünden kalktı ve pencerenin kenarına oturup gölü seyretmeye koyuldu. Dolunayın suyun üzerindeki yansımasının titrek dansı uykusunu getiriyor, kapanan gözlerini açabilmek için kendini çimdikliyor, vücudunu sarsmaya çalışıyorsa da başarılı olamıyordu. Aile sofrasından kalktıktan sonda koşarak odasına girmiş, dolu midesine rağmen bütün zinciri ağzına tıkmış, karanlıkta dakikalardır hareketsiz bekliyordu. Uykusunun bu gelişi sinsice sayılamazdı. 

 Birkaç kez daha gözlerini kocaman açıp yüzünü salladı. Yine de doğanın bu muntazam parçasına şahitlik eden gözleri uykunun huzurlu kollarına daha fazla direnemedi. Böylece uyuyakaldı. Sabah kalktığında çenesi hala ağrıyordu; fakat zincir ağzında değildi. Hepsini yutmuştu.


16 Ağustos 2023 Çarşamba

Yazar

 

  Kırmızıya bulanmış asma yaprakları küf kaplı duvara yapıştırılmıştı. Yapraklardan aşağı süzülen kan, etrafa saçılmış et parçalarının kırık parkelerde eridiği bu odaya ayrı bir renk katıyordu. Odanın balkona açılan kapısı balkon demirlerinin üzerine düşmüş, dışarıdan gelen nemli esinti tüm odada gezinmiş olmasına rağmen odanın içindeki kesif koku mekanı terk edememişti. Eşyaların eskiliği, üzerlerindeki kan lekeleri ve belli noktalarına yapışmış et parçalarından sarkan kurtlar, zamanın bu unutulmuş noktasını daha dehşetli kılıyordu. 

 Ellerini kan ve tozun karıştığı eşyalarda gezdirirken o, bu odada yaşanan korkunç eylemleri hissetmeye çalışıyor, kafasına saplanan sıcacık ağrının yoğunluğuna göre vahşetin boyutunu derecelendirmeye çaba gösteriyordu. Ensesinde huzurlu bir soluk hissediyor, başka bir insanı hezeyana sürükleyebilecek bu yerde derin bir uykunun huzurunu yaşıyordu. 

  Burnunu odanın sağ ucundaki lavabonun deliğine doğru dayadı. Çürümenin yoğun kokusu, uzunca bir süre birinin kanının buraya boşaltılmaya çalışıldığını gösteriyordu. Bu vahşetli eylemleri gerçekleştiren kişi ortalığı temizlemeye çalışmış; fakat yakalanacağını, ortalığı hızla temizleyemeceğini, böylece delilleri karartıp suçunu gizleyemeyeceğini anlayınca 20. yüzyılın deliliklerle dolu arayışlarını bir ruh çağırma ritüelini betimleyerek gözler önüne seren bir tablonun altında kafasına sıkıvermişti. Bu da bunca güzelim eşyanın üzerine sıçramış beyin parçalarının açıklaması olmuştu.

  “Ne tuhaf.”, diye mırıldandı. En ilkel düşüncelerle biri, evren hakkındaki sorgularına ve karanlık arzularına yanıt olabilmek için bir başkasını garip bir ayinin ardına saklanarak öldürüyor, anlık da olsa bir hayatın son saniyelerini tanrı gibi belirliyor; ama daha sonra yaptığı eylemin sorumluluğunu alamayarak titreyen ellerle kendi canına kıyıyor. 

 “Pişmanlıkla korkaklık arasında ne tuhaf, ne belirsiz bir çizgidir bu.”

 Yavaşça cebinden çıkardığı eldivenlerini giydi. Odadan ona ilham olabilecek birkaç obje almak istiyordu. Burayı uzun süredir kimsecikler ziyaret etmemişti. Yanında anı olarak birkaç şey götürmesinden kimseye zarar gelmezdi. Hem zaten çok da bir şey almamıştı: Merhum kızcağıza ait bir tarak, olaylara şahit olduğunu düşündüğü bir aynanın kırık iki parçası ve katilin eylemi gerçekleştirmeden önce ya da sonra terini silmek için kullandığını düşündüğü bir mendil.

 Tüm bunları topladıktan sonra geri geri yürüyerek odanın giriş kapısına doğru geldi. Kendine, bu odaya bir girişinin olduğu gibi bir çıkışının da olduğunu, buraya geliş amacının başka yaratımlara sebebiyet vermekten başka bir şey olamayacağını, bu yüzden gördüklerinin zihninde ve ruhunda karanlık odacıklar yaratmaması gerektiğini hatırlattı. Yazmakta olmanın onun için çeşitli sorumlulukları vardı ve her zaman kendi gölgesinden ilgi çekici hikayeler yaratamayabiliyor, bazı zamanlar onu harekete geçirebilecek bir ilhama ihtiyaç duyuyordu. 

  Sırtı kapıya değdiğinde arkasını döndü. Her şeyin geride kaldığını kendine tekrarladı ve bu lanetli evden hızla çıktı. Ev kentin terk edilmiş mahallerinden birinde, büyük bir bahçenin içindeydi. Görünüşe bakılırsa evin sahipleri bu korkunç çıldırıyı yaşamadan önce varlıklı bir hayat sürüyorlardı. Hayata karşı gösterdikleri umut dolu tavır bahçenin dizaynında kendini gösteriyordu. Lakin ailenin büyük oğlu üniversite eğitimini tamamlamak için gittiği o uzun yolculuktan döndüğünde hayatları kararıverdi. 

 Genç adam ailesinden uzak kaldığı süre içinde kendini tanımlayabileceği birçok gruba katılmıştı. Hiçbirine ait hissedemeyen utangaç mizaçlı bu adam, en sonunda kendini dışarıya kapalı bir okült cemiyette buluvermiş, o zamanın üniversite sıralarında alamadığı cevapları, bu cemiyetin tuhaf fikirlerinde arayamaya çalışmıştı. Böylece evinden uzaktayken bir derin yalnızlıkla bozulan akli dengesi büsbütün delirmeye doğru evrilmişti. Bu delilik içinde öğrendiği, lakin pratikte kimsenin uygulayamadığı bir ritüeli bakire kızkardeşi üzerinde denemeye çalışarak cemiyetteki arkadaşlarının takdirini kazanacağını düşünmüş, kendi kızkardeşine tecavüz ettikten sonra onun boğazını keserek kanıyla bir tuhaf ayin gerçekleştirmişti. Evden yükselen çığlıkları duyan mahalleliyse o sırada şehre gitmiş olan anne ve babasına haber vermiş, telaşlı baba çocuklarının başına bir şey geldiğinden korkarak tüfeğini kaptığı gibi eve koşmuştu. Sonrası bilindiği gibi… 

  Evin bahçesinden ayrıldıktan sonra kimsesizlik içinde sessizleşmiş sokakları yürüdü.  Bir an için tekrardan, böyle alanları terk ederken her zaman hissettiği gibi, bir başkasının acısından nemalanmanın vicdan azabını duydu. Fakat bu hissin yerini ilhamın arzu dolu tırmalayışları hızlıca aldı. Cebinden çıkardığı kurşun kalemi ağzına götürmüş, büyük bir coşkuyla kafasında canlanan hikayeyi havaya yazar gibi sallıyordu. Bu sırada tatlı tatlı mırıldanıyordu: “Bu hikaye yazdıklarımın en ürkütücüsü olacak!”. Mırıldanışlarını bir esrik gülümseme takip etti: “ Bu seferki hikaye çok ürkütücü olacak.”

  Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Yüzünü sinsi sinsi yakan güneş, artık kendini göstermiyordu. K. sokağının hemen sağ yanındaki çimlerin arasına daldı. Kimsenin olmadığı bu yerde, yeşiller arasında yürümenin bir mahsuru olmayacaktı. Ayrıca boyuna kadar uzanan otlar arasında çok uzun zamandır pratik etmediği arya parçaları söyleyebilecek, nefes çalışmaları yapabilecekti. Devlet yurdunda kiraladığı o küçük oda bu tarz aktivitelere izin vermiyordu ne de olsa. En küçük mırıldanışında komşusu acı acı duvara vuruveriyordu.

  Hüzünlü bir parçayı yavaş yavaş söylemeye başladı.

 “Sento nel core…”

 Vücudu gevşemişti. İlham bulmanın mutluluğu onu sarhoş etmiş, şarkılar söylemenin coşkusuyla kendini kaybetmişti ki, bir çığlık sesiyle duraladı. Çığlığın gücüyle doğa sessizleşmiş, şarkısı da durmuştu. Bir hayvanın cırladığını düşünerek şarkı söylemeye devam etti.

“Certo dolore…”

 Çok sıkıldığı oyun teorisi derslerinden kaçıp kendi üniversitesinin yakınındaki konservatuara nasıl koştuğunu düşünüp gülümsedi. Derin bir nefes alıp devam edecekken bir kez daha bir çığlık sesiyle duraksadı. Bomboş arazinin bir  diğer ucunda üç adam birbiriyle amansız bir şekilde kavga ediyor, bıçaklar ve baltalar havada uçuyordu.

  Hemen çimlerin arasına saklanarak izlemeyekoyuldu. Önce bir tanesi en küçük boylu olanın boğazını kesti. Bu sırada bir diğeri ise yere yığılan boğazı kesik delikanlının vücuduna sarılıyordu. Sonra, sağ kalan iki kişi birbirlerini yaralayarak güreşmeye başladı.

  Her şey çok hızlı cereyan etmişti. Bu gümbürtünün dinmesi için bir süre çimlerin arasında bekledi. Kafasını kaldırdığında iki adam da gözlerini sıcağa dikmiş, kanlarının içinde ölü bir şekilde yatıyordu.  “Bir miras meselesi olmalı.”, diye düşündü. Uzakta yatan ölü bedenlerin kıpırdamadığından emin olduğunda yanlarına doğru boş bakışlarla yürüdü. Ölülerin tam ortasına meraklı bakışlarla oturdu. Bugün epey verimli bir gündü.

  

  

11 Ağustos 2023 Cuma

Beyaz Oda

 

 Eşyasız, bembeyaz bir odada rahat bir şekilde uzanıyorum. Kimsecikler yok ve ben tavana yapışmış, canlı, kımıl kımıl gözler tarafından izleniyorum. 

  Hayatım bir şekilde gözlemleniyor sanki gereği varmış gibi. Ağzımı su ile doldurup duvara tükürüyorum. Saçma hareketlerim dikkatleri dağıtıyor olmalı. Çünkü söylediklerimin anlaşılmasını istemiyorum. Anlaşılmıyorum, demiyorum. Anlaşılmak istemiyorum. Hep “kendine özgü”, diye haykırıyoruz ya, işte tam da öyle, ıslak toprağı tüm vücuduma bulamışım da olduğum tarafa hiç bakılmıyor gibi. 

  Burada görülecek ne var, anlamıyorum. Burada hiçbir şey yok. Kadının biri hayatının her gününden birkaç saati tren yolculuklarında koparıyor. Ve bu sırada yazıyor. Bazen günde iki kere yapıyor bunu. Hatta birileri, “Deneme türü senin için ne ifade ediyor?”, diye soruyor. Hiçbir şey ifade etmiyor, ben bir şeyler ifade etmeye çalışıyorum. 

  Kalıplar kalıplara biniyor. Ben yanaklarımı iki yanından çekiştirip beyaz odanın içinde koşuyorum. Duvara tükürüklerimi kuş şeklinde fışkırtmışım. Ve gözler daha da hızlanarak beni izliyor tavandan. Hala bu gözlemin bir anlamı yok. Benim “o hayatta”, “oradaki hayatta” bir anlamım yok! Ben kendimi kabul ettim. Duyguların bu tuhaf pornografisi ne zaman bitecek bilmiyorum. İlginç…

10 Ağustos 2023 Perşembe

Yarın

 

  Bugün beni karanlığa çekebilecek hiçbir şey yok. Güneş üstümde tatlı tatlı gülümserken ne yapabilirim ki? Bir de çok özel bir kadının şehrimi ziyaret edeceği bir zaman bu zaman. İyisiyle kötüsüyle söyleyecek sözlerim ve sakladığım kahkahalarım var yarın için. Yarından sonrası tüm dertlerden bir ufak uzaklaşma, küçük bir nefes olacak benim için. Bugünlerde düzenli olarak gördüğüm insanlarla aramda mesafeler istiyorum. Herkesin kendisine ayırdığı, bir ajandaya sığamayacak zamanları olmalı.

  Biliyorsunuz, şehir aniden boşalmış, rengini kaybetmiş gibi gelmişti bir süre önce. Lakin bu şehri renklendiren şeyin ben olduğumu gördüğümde bir eksikliğin izi çabucak silinmiş oldu. İnsan, gitme kararını vermenin, bir yerlerde unutulmuş olmayı kabul etmek olduğunu bilmeli. İçi çok boşluklu, bir şeyleri yaparak, başararak varolan insanlar için bu, çok da büyük bir yara açmamalı. Unutulmak yani… Ne yazık ki, ben unutulmayı sevmiyorum, belki de yaşayarak varolduğumdan.

 Dediğim gibi, bir süre uzaklaşacak, çok derinlerimi arayacağım. Yeni ihtimallerle heyecanlanacak, çocukluğumu sorgulayacak ve en acıtıldığım yerlerden bağlanıp tekrardan kopacağım.

  Sanırım, bu çok özel kadının gelmesinden mutluluk duyuyorum. Çünkü beni bu kadar yargılayıp bu kadar da kabul etmek zorunda olan tek kişi o. Ona ilkönce kalbimdeki yarayı anlatacağım. Ve ona bütün yaramazlıklarımı, bütün o adamları göstereceğim. Beni sevdiğini söylecek her zaman söylediği gibi. Ben yine sevilmeye inanmayacağım. Ama sözlerinin şiirselliği ruhumu okşayacak. Yarın güzel olacak.

 

8 Ağustos 2023 Salı

Sabah


 Tepemde kocaman bir buz kütlesi, beynimi donduruyor. Devamlılığım konusunda sorunlarım var. En uç noktalarıma, takibine saygı duyduğum fikirlere kadar soğudum. Şimdi şu kucağımdaki kütleyi, o kara aleti trenin camına atacağım. Bu saçma ağırlıktan yoruldum. Çözmeye çalıştıkça zihnimdeki dengesizliği, yararlılığın en düşük seviyelerini görüyorum.

 Yazmak dışında rüyalarımı yorumlayabildiğim bir çıkışım yok. Kabusların içindeki ince ayrıntılar hakkında kendimle ,ve yine bir rüyada, son konuştuğumda vücudumu kitleyen bu korkuların nedenlerinde karara varmıştık. Lakin ben hepsini uyandığımda unuttum. 

 O rüyada daha fazla kalsaydım ve rüya içindeki her düşüncem zihnime kazınsaydı şimdi şu tuhaf soğuğa ve asık suratlı insan yığınına rağmen gülümsüyor olacaktım. O evrende gayet açık ve kendimdim, aynı uyanıklıkta olduğum gibi. Yine de oradada zevklerim konusunda bir sorgulama olmuyordu, diyemem. İnsanlar, kendi arabesk dünyaları içinde çok gerçeklermiş gibi benim tanrıların katında geçirdiğim zamandan şikayetçi oluyorlar. İkisi de oldukça dramatik ve uçlarda halbuki. Ayrıca tüm bu sorgu gereksiz. Kuvvetli bir zihin için benim bir ufak barda viski içip kendimle konuşmamda bile bir veri vardır. 

 Sanırım şimdi vücuduma dokunulsa daha korkunç bir soğukla karşılaşılacak. Sokakta zavallı bir köpeğin titreyerek yaladığı kusmuk kadar soğuk ve çıktığı yerden pişman… “Biliyorsun,şayet o kırılma yaşanmasaydı hayatımda, senle ben, gerçek hayatta birbirinden haz etmeyecek iki insan, asla karşı karşıya gelmemiş olacaktık. Ben belki kendime daha az uyanmış olurdum. Ama yemin ederim, aynı havayı solumazdık ki şimdi de bunu inatla reddediyorum.”

 Hayatımın en güvensiz, en tetikte gecesini çığlık çığlığa ışığı bulduğum bir rüyada, kupkuru ve kanamalı bir boğazla geride bırakmış oluyor, uyku içinde trenin yerlerine doğru eriyorum. Ve tüm o umut dolu yazılarımdan daha fazla aslında, hayata sarılıyorum. Gerçeğimden çok daha fazla tiksindiğim ve bu hezeyandan daha hızlı kurtulmak istediğim için.

Sivrisinek

 

  Evdeki sinekleri öldürmek için bahçe bakım ürünleri satan bir markete koşa koşa gittim. Kıpkırmızı gözlerim ve gıcırdayan çene kemiklerimle bu işi çok ciddiye almışa benziyordum. 

  Hemen sinek ilacının nerede olduğunu sordum. Sinirliydim. Çünkü komşumun çöp biriktirme huyu tüm evlerin sineklenmesine neden olmuş, temizlik konusunda hassas birinin, benim canımı oldukça sıkmıştı. Gözlerimdeki hırsı satış görevlisinden saklayarak spreylerin olduğu alana doğru yürüdüm. İşte oradaydı. Üstündeki ölü sinek resmiyle benim ulu kurtarıcım…

  Sinek ilacını sıkı sıkı tutarak, hatta ölesiye sahiplenerek eve doğru yürüdüm. Marketle evimin arası yürüş mesafesiyle on dakikaydı. Lakin ben bu yolu koşarak beş dakikada aşmıştım. Bu sırada telefonda annemle konuşuyor, yapacağım katliamın planını ağzımdan tükürükler saçarak anlatıyordum. 

  Hızla tek katlı binanın merdivenlerinden çıktım. Mutluluktan başım dönüyordu. Bir hafta boyunca çeşitli kimyasallarla evi dip bucak temizlemiş, dengesizleşmiş duygusal dünyamı iyice haşerelerle doldurmuştum. Kapıyı suratımda koca bir gülümseme ile açtım. Hızlı manevralarla, koşar adımlarla terlettiğim yüzüme yapışan saçlarım beni oldukça ürkütücü kılıyordu. 

  Kazağımı yüzüme doğru çektim. Bu çekiş silahıma olan saygımın bir işareti ve alerjik bünyemin acizliğinin bir yansımasıydı. Derin bir nefes aldım. Ve heyecanla spreyi her yere sıkmaya başladım. Bunu yaparken, o saniyeler içinde, binlerce sivrisineğin büyük bir hüzünle birbirlerinin yok oluşunu izlediği düşler gördüm. Geceleri beni uyutmayan, kulağımın dibinde acılı şarkılar söyleyen bu ufak canlılar, bu azıcık aşa sığıntı yaratıklar artık ortalıkta olmayacaklardı. 

  Nefesim beni sıkıştırmaya başladığında hızla evimin kapısını açtım ve dışarı çıktım. Aşağılık bir yapışkanlıktan kurtulmuştum artık. Kendimi iktidarın gerçek sahibi gibi, tam bir insan gibi hissediyordum.


2 Ağustos 2023 Çarşamba

Bitmeyen Övgü

 

  Üzerine yağmur değmiş kupkuru bir toprak, anlatabilir mi bu bağlantının bende, yüzümde yarattığı ifadeyi? Zihin köprülerimi sağlamlaştıran inatçı bir fikir gibi uzakta ama yeterli…Dilimde kalan son söz, en zorlu mücadelelere anahtar olsa bile bu son sözü sana söylemeye harcardım, ey gölgede yanım. Ey ışıklı şahidim, sana ait sıfatları zihnimde işlemek artık düşüncelerim arasında bir başka düşüncemdir. Güvende hissetmenin bir saatine, haftanın bir gününe sıkışmış olsan bile kim sorgulayabilir göğsünde taşıdığın övgülerin yetersizliğini. 

  Dedi, “Sen bana yakışan sıfatları çizdiğin kuşların kanadında buraya gönderemez misin?”. O heyecanlarımı ucuz bir kâğıt gibi soldurdular. Yine de sana tutunarak güveniyorum kahkahalarıma. Öyle ki, hüzünlü bir hikayedeki haklılığına bile yaslanıyorum. Mesafede tutarak ağır sesini, en tutarlı halimde koşuyorum anlattığın o yolu. 

  Şimdi karanlığında gecenin ve rüyaların ötesinin, dinleyerek yorgun ruhumu kaldıran mırıltılı şarkılarını seni anlayacağım. Seni anlayacağım. Seni anlayacağım kelimelerinin beni en çok düşündürdüğü, beni en çok anlattığı yerde. Sana söylemediğim güzelliklerinden, seni bildiğim yerden iyileşeceğim. Seni bileceğim.