29 Haziran 2022 Çarşamba

Münih Metrosunda Dehşet

 

  “Metronun camına sümüksü, şeffaf bir şey sarılıyor. Yansımamın, karanlık tünelin içinde belli belirsiz bir hal aldığını görebiliyorum. Kafam ağırlaşıyor, gözlerim kapanıyor. Uykudayım.”

  Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığım ve okul ile iş arasında savrulduğum için baygın bir şekilde yürüyordum. Her ne kadar yorgun da olsam evde olmaktan kaçınıyor, işyerine olabildiğince erken ulaşmaya çalışıyordum. Bunun sebebi evimdeki ağır kokuydu. 

  Az katlı bir binanın giriş katında oturuyordum. Bina sakinlerinden yaşlı bir adam ölen köpeğini banyo küvetinde unutmuş, hayvan küvette erimiş ve her bir katı kesif bir koku kaplamıştı. Bu öyle bir kokuydu ki, geceleri sık sık beni uyandırıyor, eve envai çeşit temizlik malzemesi dökmeme, burnumun içine parfüm şişesi sokmama neden oluyordu. Binanın diğer sakinleri her yeri küçük küçük kurtçukların sarmasına, yaşlı adamın kendi dairesinde çığlıklar içerisinde sayıklamasına bu koku kadar aldırış etmiyordu. Çünkü binaya yaklaşır yaklaşmaz o iğrenç, insanın algısını ve yaşama isteğini paramparça eden kokuyu alıyordunuz. 

 Metronun gelmesine üç dakika vardı. Ve ben istasyonun bir ucundan diğer ucuna yalpalayarak yürüyordum. Metronun sesini  duyduğumda yüzümü geldiği yöne doğru çeviriyor, o koca yığınla birlikte gelen serinletici rüzgarı hissedebiliyordum. 

 Benim olduğum istasyon hattın başlangıcına daha yakın olduğundan genellikle metroda az kişi oluyordu. Ben de vagonun en sonundaki köşeye yerleşiyor, kafamı cama yaslayıp karanlık tüneli aydınlatan kısık kısık ışıkları, numaralandırılmış kapıları ve genellikle karanlığı izliyordum. 

 O gün de aynı ritüeli gerçekleştirip vagonun en sonundaki koltuğa, en köşeye yerleştim. O kadar yorgun ve uykusuz hissediyordum ki, bedenim sidik kokan deri koltukla buluştuğunda anne rahmine dönmüş gibi rahatladım. Metro iki dakika kadar bekleyip haraket ettiğinde ben çoktan gözlerimi tünelin duvarlarına dikmiş, kulaklıklarımı takmış, o çok sevdiğim müziği dinlemeye başlamıştım. Müziğin genel hatlarını şamanik dualar, doğuşkan sesiyle insanı büyüleyen vokaller ve zihni uyuşturan ritimler oluşturuyordu. 

 Çok yorgun olduğum için ne haftalardır yanımda taşıdığım ve kapağını bile açmadığım kitabı okumak ne de telefonuma bakmak istiyordum. Bu yüzden tünelde gördüğüm çıkış kapılarını saymaya başladım. Bu sırada metronun içerisi tuhaf bir şekilde soğuyor, yüzüme nemli bir rüzgar çarpıyordu.

  Kapılar arasında yedincisi uyuşuk halimden çıkmama neden oldu. Kapı diğerlerinden farklı bir materyalden yapılmış, yer yer parıldayan yeşil bir sütuna benziyordu. Garipsedim. 

  Trenin ani bir şekilde durmasıyla içinde yüzdüğüm merak yerini karmaşık duygulara bıraktı. Bir sonraki istasyona daha gelmemiştik. Karanlık tünelin içinde hareketsiz duruyorduk. 

  Diğer insanların ne tepki verdiğine bakmak için kafamı çevirdiğimde herkesin uyuduğunu fark ettim. Bilgisayar çantası elinde beyaz yakalılar, öğrenciler, işçiler, çocuklar… Her biri derin bir uykunun içinde haraketsiz yatıyordu. 

  Vagonun diğer ucuna yürüyüp kirli camdan bir sonraki vagona baktığımda  tüm bedenim gördüğüm manzara ile sarsıldı. Vagonun her bir köşesi sümüksü bir sıvı ile kaplanmıştı. İnsanlar bu sıvının içerisinde, yüzlerinde yuvarlar yuvarlak yaralarla cansız yatıyorlardı. Tuhaf sıvıdan değişik renklerde ışıklar çıkıyor, ölüler içinde ağır ağır eriyordu. 

  Yavaş yavaş olduğum vagonun kapılardan birine yönelip var gücümle kapıyı açmaya, bu sırada olabildiğince az ses çıkarmaya çalıştım. Lakin kapı açılmıyordu. Camlara tekmeler, yumruklar atıyordum. Kırılmıyordu. Bir süre debelendikten sonra yere yığıldım.

  Oturduğum yerde çekmeyen telefonumun acil durum çağrısını kullanmaya çalışırken boğuk bir sesin hemen önünde durduğum kapının ardından mırıldanmasıyla irkildim. Anlamadığım bir dilde, çok yaşlı biri boğuk boğuk söyleniyordu. Sesin kaynağını öğrenebilmek için cama doğru yavaşça uzandım. Tünel tamamen o şeffaf sıvı ile kaplanmıştı. Fakat hiçbir canlı belirtisi görünmüyordu. 

  Aniden vagonun tüm kapıları açıldığında ben olduğum yere saplanmış, beni bekleyen sona hazırlanıyordum. Işıklar saçan sıvı içeri doğru doluyor, beraberinde rutubet kokusunu getiriyordu. Ciğerlerimin nemle dolduğunu hissediyor, nefesimi kesik kesik verebiliyordum. 

  Homurdanmalar arttıkça titremeye başladım. Bu sırada o yapışkan sümüksü şey çoktan bacaklarımı kaplamış, göğsüme sarılmaya başlamıştı. Bu yabancı madde her ne ise vücudumu sıkıyor, yuvarlak baloncuklar oluşturup o baloncuklarla üstümdeki kıyafetleri eritiyordu. 

 Maddenin tenime ulaşmasıyla çığlıklar içerisinde kıvranmaya başladım. Derim korkunç bir şekilde yanıyor, ben hareket ettikçe sıvı vücuduma daha çok yayılıyordu. Boynuma ulaştığında artık hareketsizdim. Ve etlerimin çoğunu yitirmiştim. Yüzüm o belirsiz maddenin esiri olduğunda şeffaflığın ardından görebildiğim tek şey ise vagonun demirlerine yorganla asılmış yaşlı bir adamın sakin sakin sallanması oldu.