4 Haziran 2017 Pazar

Dönmek




         Bu gece en hasta halimdeyim .Gözlerimde kaynayan bir dolu renk ve terk edilecek bir şehrin rahatsız eden yakarışları... Dilimin altında söylenecek şeyler birer solucan gibi kımıldıyor ama ben onları asla söylemeyeceğim. Çünkü gece en temiz göründüğü halinde isle kaplıdır. Beni  temiz bir gece gibi düşünmesin kimse. Ellerimde açığa vurulmamış bir gerçeklik ve verilmiş çirkin sözlerle karanlığın doğduğu yere dönüyorum. Herkes evine çekilir derlerdi, inanmazdım. Şimdi tüm donukluğum ve grileşmiş  algımla kentime gülümsüyorum.

      Sevilebilecek çok şey var burada. Eminim. Ama kasıklarıma nefes veren bir güç var İstanbul'da. Tüm bedenimi kaplayıp bacaklarımı kan içinde bırakan sapık arzularla dolu bir his. Düşündükçe iniltilerime gözyaşı dolduran gergin bir fikir. Gergin fikirlerin ardında masmavi bir çift göz ve sapsarı saçlar sahilin birinde ya da ağzı sigaradan kömür kokmuş gülen bir adam. Belki dostumun mezarı... Bir de annemin kurtarılmayı bekleyen kucağı düşündükçe dişlerimi gıcırdattığım. Yani bir şehirden  kaçmak için nedenim aşk değil artık. Sadece katıksız karanlığım, İstanbul'da bir çocuk gibi yalnız bırakıp geldiğim. Diyorum ya, karanlıkları ve susmak zorunda olduklarımı söylemeyeceğim. Çünkü boğazın en kirli olduğunu düşündüğün anda yağmurdan fırlar küçücük balıklar. Bu fikirle gözlerimde masum olamayacak ama hayali kurulmuş her şeyle, kurudan nemliye çırılçıplak coşuyorum.

     Uzaktan izledim saatlerce, yaşama emek verdiğim bu yeri. Yeşili, Ankara'nın köklerinden tırmanan dalları ağzıma doldurdum. Göğüslerimden son kez akıttım Tanrı'dan aldığım sütümü. Damlattım her ağacın, çiçeğin altına. Besledim doğadan olanı, benden doğanı. Yapraklar arasından göğe açıp bacaklarımı, düşündüm. Utandığım her yerden doldum hesaplayarak düzeni ve serilerini. Güldüm, bu kadar fazla düşünebilip bu kadar ilkel olmama. Gözyaşlarımı içtim yalnız başıma korkarak geçirdiğim her an için bu şehirde. Ve kendimi sakinleştirdim Ankara'da özlenebilecek tek şeyle:Elleri küçücük Ağustos çocuğu.

    Dün alnını koydu başıma. Kendimi kaptırdığım hayatıma kızmadan, hırslarıma surat asmadan sevdi beni. Kalbimde kalmış son kale, savunduğum gerçeklerle harcamayacağım, karşısında kendimi açıklayıp ürkütmekten korkacağım tek insan, diğerlerinin aksine beni tüketmeden, aklımdan, ruhumdan ve bedenimden bir şey beklemeden ''Git!'', diyebildi. Özür diledim takıntılarıma yenik düşüp onu daha çok göremediğim, büyüyüşünü, her anını izleyemediğim için. Önde filizlenmiş iki dişini vurarak gülümsedi. ''Git! Seni, senin karanlığın bulacaksa. Git bir tek beni özleyeceğini bilerek. Ve döndüğünde yaşadıklarının ölçüsü farklı ama ruhları aynı yaşta iki kadın oynayalım sokaklarda, aldırmadan bizden bizi emecekleri! Bırak, biz büyürüz. Onlar sensiz arzularında büyüyemeden kalsın. ''
 
   ''Sakın evinin yollarında ağlama. Çünkü sen bu harflerin karmaşasında okunamayacak olduğunu bilerek yürüdün. Çünkü bu senin son zamanın. Sen karanlığına, tüm o hislerini öldürmek için dönüyorsun. Onlar için bedenden ibaretiz, düşüncelerimiz birbirimiz için. Sen herkese fikirlerini susmak için dönüyorsun. Saçları uzun kadın, sakın ağlama evin yollarında. Çünkü sen kelimelerin boşluklarında hiç okuyamadığın için donup kalıyorsun. Bu senin son zamanın. Çünkü bu sefer karanlığa , ona dönüşebilmek için dönüyorsun.''

     Artık,  kimi özleyebileceğimi biliyorum bu kuru topraklarda ve göğsümü neye dayayacağımı. Kitaplarımın arkasında çırılçıplak, karnımın içinde kımıldanan ne bilemeden doğuruyorum bir gerçekliği. Bir gerçekliğe doğuyorum tüm tenlerden, insan kokusunda uzak. Ve gözlerim kağıt kesiği dolu. Ayaklarım yazmaktan mürekkeple kaplı. Ellerimi başka bir şey için kullanıyorum. Doğru, ben uzun zamandır kendime yetiyorum. Doğru, ben herkesin aksine parmaklarını kulaklarını tıkamak için kullanıp bana gülümseyen her sonuç ve hesapta kasıklarımdan omurlarıma kadar zevkle doluyorum. Gecelerimi harcadığım ucuz tartışmalara ve çocukça kıvrılmalarıma bakmayın. Edindiğim değerin üstü örtülü bir yalan kümesi olduğunu biliyorum. Bu şehirdeki tartışmalar gibi varlığımın da ucuzluğunu bilerek evimdeki eski ihtişamıma, kitaplarımda bıraktığım kadın kokusuna, masamda her zaman hazır duran sütlü kahveme, şiir defterime ve sabahları yüzüme dolan öpücüğe artık hiç üşümeden evriliyorum.

  Yağmurlar görüyorum. Saat dokuzu buluyor. Otobüs cennetten inip beni selamlıyor. Nemiyle, sesleriyle ve kalabalığıyla cennetimin yağmurları, bütün o güzel damlacıkların renki ışıkları aydınlatıyor otobüsün tekerleklerini. Bitiyor benim sürem söğütlerin özünde. Bu kırmızı topraklarda benden hislerle tükeniyorum. Benden hisleri son kez üflüyorum bu gece. Bu son gecem. Ben dönüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.