17 Haziran 2017 Cumartesi

Evler



       Hava nemli ve oldukça ılıktı. Bedenimi toprağa basıyordum. Burnumdaki zorba kaşıntı ve ağzımda dolanıp duran erik çekirdeği günün en mutlu saatlerini geçiriyor olmalıydılar. Kaşıntıyı bastırmak için burnumu her kaşıdığımda sigaradan ekşi kokmuş ellerim genzimi parçalıyordu. Kurumuş otların arasında öylece uzanan, kendi kendine kaşınan ve yersiz hareketlerle debelenen bir fare gibi gözüktüğüme eminim. Olası yağmurun yağmasını bekliyordum. Toprak sıcaktı. Vücudum üstünde yattığı karbon yumağına yapışmış gibiydi. Senenin saçma telaşının, tuhaf ego savaşlarının, yazamamanın verdiği ateşli azgınlığın yorgunluğunu saatlerce kuru otların arasında uyuyarak ve ucuz bir sigarayla tütsülenerek geçiriyordum.

    Evimiz kocaman tarlada öylece uyuşmuş iki haneden biriydi. Komşularımızla aramızda neredeyse on dakikalık bir mesafe vardı. Evler hafiften eğimlenmiş tarlanın iki tepeceğine kondurulmuştu. O iki tepeciğin arasında belli belirsiz bir vadi vardı. Fakat vadi komşularımızın evine doğru daha çok meylediyordu. Bu yüzden evlerin ortasından başlayıp hafifçe komşu evine yaklaşan vadinin en otlarla kaplanmış kısmında uyukladığımda asla konuşmaya tenezzül etmediğim, alık ve soğuk bakışlarımla karşılaşan ve nedense annemin samimi olduğu bu insanların hayatını yakından izleyebiliyordum. Çok kalabalık değillerdi. Ellili yaşlarda bir kadın, yaşı bana yakın oğlu, bir de suratsız kocası vardı. Kadın fazlasıyla enerjikti, oğluysa sakin bir çocuktu. Babasının aksine çok kibardı. Yakışıklı olduğu da söylenebilirdi. Delici badem gözleri, bir erkeğe göre neredeyse inanılmaz derecede muntazam burnu ve ince dudakları vardı. Otların arasında kitap okuduğunda fark edilmemesini sağlayan sarı saçları her yıl seyrelse de güzelliğini yitirmiyordu. Babasının dış görünüşünün bir on yıl geri sarılmış ve zayıflatılmış haliydi. Annesi ise sıradan bir güzelliğe sahipti. İçe çökük gözleri, sert, gözenekli derisi ve açık kestane saçları vardı. Her misafirliğe geldiklerinde biz yokken bu ıssız yerde nasıl olduğu meçhul olaylardan bahsediyor, senenin ne kadar yorucu olduğundan yakınsa da en sonunda haline şükrediyordu. Dışarıdan, yani ailemin diğer üyeleri tarafından bakıldığında oldukça normal ve sevilesi olan bu aile, baba faktörü dışında çünkü kimsenin o adam hakkında kesin bir fikri yoktu, bana bir türlü sıcak gelmiyordu. Beynimde tuhaf bir şekilde oluşturdukları gizem beni onlardan uzak durmaya itse de annemin yaka silktiği merakım ve  genç bir erkeğin on dakika ilerimizde oturmasının verdiği hormonal dürtüyle  her nedense çok normal görünen bu aileyi dikizlemekten kendimi alamıyordum. Her yıl üstüme gerilen merak bir süre sonra vadinin bu yerinin benim dinlenme ve demlenme mekanım olmasına sebep oldu. Hatta daha sonraları merakımı kaybedip sadece uyuklamaya ve evi dikizlemeyi bırakıp gri gökyüzünü izlemeye başladım. İşte o gün de aynı şekilde gri gökyüzünü izleyip, uyuyup, kendi kendime konuşarak saatlerimi harcamıştım. Bir kere daha uyumaya karar verip gözlerimi yummaya kalktığımda arızalı motorun korkunç sesiyle irkilerek uyandım.

    Bozulmaya yüz tutmuş, ciğerleri solduran yağ kokusuyla komşumuzun motoru yine bağırıyordu. Evin beyi oldukça sakin bir şekilde tekrardan motoru çalıştırdı ve vasıtanın son çığlığıyla çakıllı asfaltta gözden uzaklaştı. Aslında bu korkunç ses de, gidiş gelişler de benim yıllardır alıştığım bir durumdu. Fakat kalbim korkunç bir çarpıntıyla sarsılıyordu. Bunun guatrım yüzünden olduğunu düşünüp oradan kalkmaya karar verdim ve doğruldum. Neredeyse kalp krizi geçiriyordum. Kendimi toparlamak için kafamı komşumuzun evine doğru çevirdiğimde yıllardır anlamlandıramadığım tuhaflığın gerçekleştiğini fark ettim. Benim hep uzandığım bu yer komşu evinin alt katını tamamen görüyordu. Bu yüzden olanlar sanki kocaman bir sinema perdesinden bana sunuluyordu. Mutfakta debelenen bir anne ve oğlu, çocuğun annesinin eteğini sıyırması ve birbirine yapışmış iki et beni gibi önüme serilen iğrenç görüntü karşısında gülmenin mi yoksa çığlık atmanın mı doğru olduğunu düşünmeye çalışmam hayatımın en esrik hezeyanı olsa da beni  karanlık dehlizlere atan şey kendisine arkadan sarılan oğlunun sıcaklığında, bizim evi gören pencereye yüzü dönük bir annenin her şey çok normalmiş gibi şefkatle gülümsüyor olmasıydı.

   Evimizin mutluluğunun ışığıyla parlayan o kadının gülümseyişini yakaladığımda, yuvasını savunmaya çalışan bir anne gibi otların arasında sürünerek evime ulaşmaya, toprağı avuçlarımla sıkıp parçalamaya, inleye inleye ilerlemeye, bir nevi evimi kurtarmaya çalıştım. Vadinin katlandığı, eğimli, dikenli o uzun yolu sürünerek, daha yeni çektirdiğim yirmilik dişimin dikişlerini patlatarak aştım. Eve vardığımda üstüm tamamen kuru otla kaplanmış, ağzımın kenarları kanla çevrelenmişti. Kimseye görünmeden merdivenlerden çatıdaki odama çıktım. Odamın hemen yanındaki daracık tuvalete girip ağzımdaki kanı ve ona yapışan toprağı silmeye çalıştım. O ana kadar hiçbir duygu belirtisi göstermemiştim. Fakat soyunmamla çığlık atmaya başlamam bir olmuştu. Külodum kan içindeydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.