25 Mayıs 2022 Çarşamba

Bataklık

 

  “Yükselir deliliği benliğin, 

    Çınladığında dişleri yüceliğin.

    Gıcırdat ölü kemikleri ey yüce rahim,

    Baş verdiğinde emaresi kendiliğin!”

  Nefes nefese dans ediyordu çıplak beden. Islaklığının kokusu geliyordu bacaklarından. Saçları savrulurken rüzgarında esrimenin, o uzanıyordu bir ağaç gibi öteki tarafına. 

  “Kollar sallanıyor dansımla. Dokunaçları göğe dokunuyor. Eski, yeniyle karışarak şimdi olurken ormanın zamanı kayıyor. Değişiyor geometrisi cisimlerin.”

  Başka diyardan, o belirsiz tanrı eğildiğinde uçtuğu gökyüzünde, genç kadın ayininin son sözlerini söylüyordu. Ufak bir zıplayıştan sonra kadın, ellerini kafasının üstünde birleştirerek tanrısına reverans yaptı. Konuşurken keskin keskin tıkanan nefesi, küçük bedenini kıracak gibi vuruyordu göğsüne. Kelimeleri toparlayabilecek gücü olmamasına rağmen dudaklarını ıslatıp söze başladı.

     “Neredeydim? Çok uzun zaman gibi. Çok uzun zaman mı? Ne zamandır uyuyorum? Bana ne oldu?”

  Kanatları, sönen aydınlığı kapatan şekilsiz yaratık, dokunaçlarını kadının bedenine sardı. Bedeni olabildiğince çok sıkıyor, her sıkışında daha da havaya kaldırıyordu. Kadın ise kahkahalar savuruyor, bu boğucu, geometrisi belirsiz et yığınından rahatsız olmamışa benziyordu. Kadının kahkahalarına karşı canavar, tiz ama tonu tam da belirlenemeyen, yüksek mi yoksa alçak mı olduğu anlaşılamayan sesiyle cevap verdi.

   “Böyle sıkışmıştın. Ama senin dokunaçlarının arasında değil. Benle değil! Başka uzuvlar, ıslak, yakalayan, sıkıştıran ve beni, senin içinden çalmaya çalışanlarla… Sen, rahme olan kıskançlıklaydın.”

  Yaratığın sesi yırtılmaya, çirkinleşmeye, insanın içini ürperten ve hatta dinleyenlere evrenin sonunu dileten bir hal almaya başladığında kadın, arasında sıkışıp büküldüğü dokunaçları derinden bir iniltiyle öpmeye başladı. Korkunç ses boğuluyor, ormanın tüm canlılarıyla kabarmasına neden oluyordu. Kuşlar hırçınlaşıyor, kurtlar uluyor, böcekler belli belirsiz titreşiyordu.

   “Ölü kemikler canladığında, bakar yaratıcılığı doğanın. Bakar, devamına köklerinin. Sen, sen benle değildin! Ölü sen, R’lyeh’deki evinde düş görerek bekliyordun!”

 Bu söz yankılandı ormanın her yerinde. Kadının kulağında, kalbinde, hücrelerinde ve hatta neslinde.“ Ölü sen, R’lyeh’deki evinde düş görerek bekliyordun!”, diye sayıkladı kadın. Yaratıksa çoktan kaybolmuş, kadının bedeni göletin içinde boylu boyunca yüzmeye başlamıştı. Gözyaşlarıyla bulanık su karışıyor, yıldızlar kendini yavaş yavaş göstermeye başlarken geride kalan kısacık gün ışığı, yüzündeki damlaları küçük parıltılar haline getiriyordu. Vücudu rahatlamış, göğsü genişlemiş ve dili tüm lisanlara açılmıştı. 

  Birçok yüz görüyordu. Birçok organ, içinden fikirler çıkan… Kıllı, kılsız, koyu, kırmızı ya da bembeyaz… Yazılan her şeyi, çizilip gizlenmişleri, söylenememiş şiirleri düşlüyordu. Korkuları görüyordu. Anlaşılmama korkusunu, reddedilmeyi ve hiç doğmamış olmayı dilemeleri… Daha fazla yumsa gözlerini suyun içine çekilip yok olacak gibiydi. Ama yaklaşan bir şey, bir koca yığın, bir hırıltı bozdu çökelişini. Bacaklarının arasında kapkara bir kurt, izliyordu yüzen bedenini.

 “ Aman kaldırma silahını erkekliğin, parçalarım o zaman seni çocuk!”

  Koca kurt aniden kadının bedenini tutup fırlattı toprağa. Çıplak beden, düştü arasına hayvanların ve kendini kaybetmişcesine bağırmaya başladı.  Kadın vücudunu toprağa sürtüyor, her sürtünüşünde kasıklarını toprağa, daha fazla suluyordu bereketini ormanın. Hep olacağı yere varıyordu. 


  

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.