24 Mayıs 2022 Salı

Sendai Tanabata

 

  “Yeniden başlayalım. Hatırla, en son bir festivalin içinde kaybolduğunu söylemiştin. İsmi neydi? Tanabata! Sendai Tanabata!”

 Yere çömelmiş, başı ellerinin arasında, ormanın içinde gürültülü bir şekilde işiyordu. Uzaktan gelen davul ve koto sesinin kasıklarında bir irkilmeye sebep olmasıyla bacaklarına sıçrayan sidiği sildi söylenerek. 

“Tam olarak kaç yıl geçti?”

Üç yıldan fazla olmadığını biliyordu. Ama tam tarihi kestiremiyordu. Diliyle ıslattığı elini toprağa sürdü ve parmağına bulaşan çamurla avucunun içine bir ahtapot figürü çizdi. 

“Sen, sen neredesin acaba?”

 Hızla yerinden doğrularak şarkıların ve insan seslerinin yükseldiği yere doğru yürümeye başladı. Baygın yattığı yerden onu kaldıran sert yağmur, bütün ormanı soğuk bir ıslaklık ve ürpertici bir hiçliğe gömmüştü. Etrafta kimse yoktu. Uzaktan gelen sesler insanın kafasında uydurduğu bir hayalmiş izlenimi veriyordu. Nitekim tedirginlikle koşmasına rağmen sese hiç yaklaşamıyormuş gibi bir his vardı içinde. 

 En sonunda sık ağaçların kestiği gün ışığı, uzakta bir yerlerden sızıyordu. Yaklaştıkça bir meydana doğru koştuğunu anladı. Meydanın etrafını saran birkaç kulübe ve bir de yan yana dizilmiş kütükler vardı. Meydandaki çimenler olabildiğince ezilmiş, hatta bazı yerlerde toprak kalkmıştı. Büyük bir topluluğun burada bir araya geldiği ve ateş yaktığı anlaşılabiliyordu meydanın ortasındaki yanmış odunlardan. Yavaşça ilerledi. Yerin ıslaklığı tuhaf bir şekilde jölemsi, insanın tenine sarılan kaygan bir tabakaya dönüşmeye başladığında ellerini havaya kaldırarak bağırdı.

“Buradaymışsın! Buradaymışsın işte! İşte, sen ve senden olan… Günler, gecelerce baygın yatarken neden gelmedin? Beni başkalarıyla değiştirmedin! Sen, bendin! Bensin! Ben olacaksın!”

 Kaygan zeminde düşerek ve ıslak tabakayı yüzüne hınçla sürerek meydandan kulübelerin ardındaki ağaç topluluğuna doğru koşmaya başladı. Ellerini göğsüne vuruyor, uzaktan gelen davul seslerine inleyerek yanıt veriyordu. Bu sırada dudakları su şapırdamasına benzer sesler çıkarıyordu. Bacakları eskisi gibi güçlü değildi. Küçük bedeni kilo almış, gözlerinin kenarlarında çizgiler oluşmuştu. Davul sesine yaklaştıkça inlemeleri çığlığa dönüşüyor, hınçla sayıklamaya devam ediyordu.

“Gel buraya, onlar senden korkar. Ben korkmam! Kaçma, yine benimle olacaksın! Sen, bendin. Bensin. Yine ben olacaksın! Sür o büyük kollarını kulaklarıma, benim kuzgunlarım yok. Ah benim, o değerli dokunaçlarım! Ah benim…”

  Sözler dudaklarından dökülürken siyah kıvırcık saçları çıplak göğüslerine yapışıyor, koltuk altına giriyor, yürümesi zor değilmiş gibi hareketlerini kısıtlıyordu. Saçlarını çekiştirirken duyuşu sert bir dille küfür ediyordu. Fakat bu dil, bu küfürler pek de ona ait gözükmüyordu. Çevresinde olanların, etrafını sarmayalanın artık farkında değilmiş gibiydi. Bazen ayaklarına çıplak ölü bedenler sarılıyordu. Ama o, hiç istifini bozmuyor, sese doğru ilerlemeye çalışıyordu. 

Kendine ancak üst üste yığılmış üç erkek bedenini gördüğünde gelebildi. Bir tanesi koyu tenli, uzun, yapılı vücutlu, yüzü olabildiğine çirkin bir adamdı. Onun altında beyaz tenli, kısa boylu, ellerinde görülür bir şekilde nasırlar olan bir adam vardı. En üstte ise sarı saçlı, yakışıklı, penisini kurtların ve böceklerin sardığı bir adam vardı. Onların yanından büyük bir tiksintiyle geçti. Bu üç ölü olabildiğince kötü kokuyordu. Kokudan kendini kurtarabilmek için yüzünü saçlarıyla kapattı. Bu korkunç görüntüyü gördüğünde ışıkların kapalı olmasını dilerdi.

  En sonunda bir göletin önünde durdu. Gördüğü manzaranın hala etkisindeydi. Fakat bu göleti görmenin sevincini bastırmıyordu. Göletin etrafında tuhaf haraketler yaparak dans etmeye başladı. Anlaşılmaz bir dilde bir şeyler fısıldıyordu.

 “Ph’nglui mglw’nafh Cthulhu R’lyeh wgah’nagl fhtagn”

 Uzun bir süre fısıltılar ve esrik danslarla bölündü ağaçların sessizliği. Artık davul sesleri ve şarkılar gelmiyordu uzaklardan. Sadece tuhaf bir homurtu! Evet, hırıltı! İnleme! Su hareket edince bir daha homurtu! Su yükselince çıplak bedende bir derin nefes! Daha genişleyerek göğüs kafesi, homurtu, gölden yükselen bir beden! Uykulu dokunaçlar! Ve okuyucunun iç gıcıklayan sesi, “Evet, yeniden!”.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.