4 Şubat 2024 Pazar

Tüm Zamanların En Derin Korkusu

 

 “Bu tarihin en korkunç hissi olmalı. Seçtiğim ailenin o özel ve en hassas ferdini böyle bir hezeyanda kaybetmek… Hem de daha derin bir dostluğun kapıları açılmamışken… Aslında bilmeden hissediyordum ne kadar yansıttığını en kırgın yerlerimizin birbirini ve ne kadar zorladığımı kendimi, anlatmamak için ona bulunduğu esrimenin etkisini.”

 Upuzun saçları kan ve derinin içinde öyle uzun bir süre yoğrulmuştu ki, bir et yığını veyahut nefes alan bir yara gibi taşlaşmıştı. Korkunç bir gecenin ışığını bir salı günü yakmıştı. Zavallı dostunu eski korkuların saklandığı bu karanlık ormanda, söylencelerin azılı kaynağında bulmuştu. Çam ağaçlarının, arasından umarsızca yükseldiği bir kayalığın kanın göl olduğu akıl ermez havuzunda yüzüyordu genç beden. Dümdüz siyah saçları ve nazik hatları kızıla karışmıştı adamın. 

 İlk bakışta geri durmayı denedi. Uzaklaştı hala nefes almakta, baygın bedenden. Yaralanmış bir ruhun bilgisini kaldıramadı. Tenine dokunan temasından kaçtı aniden. Onu hissetmeyi bırakmak istedi. Delikanlının karmaşayla kurduğu ilgiyi inkar etti. Renkli örnekler, canlı anılar sayıkladı bilmeden. Başka bir hatıraya uzanmak için yalvarıyordu içinden. 

“Benim kendi ruhumda bile daha bitmedi vazifem. Kaybolduğun bu dehşetin havuzuna şahitlikle savruluyor gövdem! Sana sırtımı dönmem en güzeli…”

  Dostunun bedenini et parçalarına basa basa taşıdığı havuzdan çıktı. Farkında olmasa da demirde yoğun bu çukurda fazla kalmıştı. Kimin bu vahşeti yarattığı açıkça okunuyordu. Sezgilerin ve değişen boyutların o ıslak canavarı, yuttuğu yerden tükürmüştü bir gövdeyi. Belli ki bu karanlık yaratık uzunca bir süredir yaralamaktaydı baygın bedeni. Bir çarpılma veyahut çözümü imkansız büyü gibiydi. Aklı en uç noktalarına kadar bulandırmış, şekil değiştirerek çıkmıştı faninin karşısına. Ama aynı yerden doğuruyordu öfkesini. Reddetmenin hezeyanını bir korku kılığında zihninde uyandırıyordu.

  Kadın, gözlerini acıyla inleyen dostundan alamıyordu. Görmezden gelmek, susmak veya terk etmek ona göre değildi. Ama bu yüz, bu kanla sıvanmış gövde ona çok tanıdık bir başkasını, gece karanlıkta onu kovalayan bir gölgeyi anımsatıyordu. 

 Kaşlarından sarkan deri parçalarını tiksintiyle sıyırdı. Gitmeye yöneltti yüzünü. Fakat duyguların dalgalar gibi başka uçlara köprü olduğu insan aklının gazabından kaçamadı. Kayalığın çamurlaştığını, havuza saçılmış deri parçalarının ve kanın toparlandığını gördü aniden. Kıpkırmızı bir et gibi kabardığını, nefes alıp verdiğini toprağın ve bir dudak gibi iki parçaya ayrılıp bir ağız gibi arkadaşını yuttuğunu…

 Gövdesine saplanan bulantı ve aklını karıştıran korkuyla çığlığı bastı. Koşmak için direndi ama kasları ayakta durmaya alışmamıştı sanki. Hareket edemiyordu. Emeklemeye başladı. Her şeye yeniden başlamış gibiydi. Konuşmak, bağıra bağıra yardım istemek geliyordu içinden. Ama anlamsız sesler dışında bir şey çıkmıyordu dilinden. 

 Toprak iyice kabarıyor, bir ağızdan tümseğe, tümseklere dönüşüyordu. Kan kokusundan uyuşmuş bilincinde et yığınını andıran figürler, güçlü kollar ve kemikler oluşuyordu. O ise korkuyla titriyor, kontrol edemediği kasları onu işetiyor ve kusturuyordu. Yükselen kan kırmızı toprak etrafını sarıyor, avucunun içine alıyordu onu. Yavaş yavaş yerine oturan silüetler bir yüzü ve kocaman iri gözleri inşa ediyordu karşısında. Bu korkunç yaratık onu yutmaya hazırlanıyordu. Tanımak için avını, o devasa gözlerine yaklaştırıyordu zavallı kadını. Gözlerinden evrenin bilinmeyen bir köşesinden, hiç tanımlanmamış, daha ürkütücü, başka bir varlık yansıyordu.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.