16 Ağustos 2023 Çarşamba

Yazar

 

  Kırmızıya bulanmış asma yaprakları küf kaplı duvara yapıştırılmıştı. Yapraklardan aşağı süzülen kan, etrafa saçılmış et parçalarının kırık parkelerde eridiği bu odaya ayrı bir renk katıyordu. Odanın balkona açılan kapısı balkon demirlerinin üzerine düşmüş, dışarıdan gelen nemli esinti tüm odada gezinmiş olmasına rağmen odanın içindeki kesif koku mekanı terk edememişti. Eşyaların eskiliği, üzerlerindeki kan lekeleri ve belli noktalarına yapışmış et parçalarından sarkan kurtlar, zamanın bu unutulmuş noktasını daha dehşetli kılıyordu. 

 Ellerini kan ve tozun karıştığı eşyalarda gezdirirken o, bu odada yaşanan korkunç eylemleri hissetmeye çalışıyor, kafasına saplanan sıcacık ağrının yoğunluğuna göre vahşetin boyutunu derecelendirmeye çaba gösteriyordu. Ensesinde huzurlu bir soluk hissediyor, başka bir insanı hezeyana sürükleyebilecek bu yerde derin bir uykunun huzurunu yaşıyordu. 

  Burnunu odanın sağ ucundaki lavabonun deliğine doğru dayadı. Çürümenin yoğun kokusu, uzunca bir süre birinin kanının buraya boşaltılmaya çalışıldığını gösteriyordu. Bu vahşetli eylemleri gerçekleştiren kişi ortalığı temizlemeye çalışmış; fakat yakalanacağını, ortalığı hızla temizleyemeceğini, böylece delilleri karartıp suçunu gizleyemeyeceğini anlayınca 20. yüzyılın deliliklerle dolu arayışlarını bir ruh çağırma ritüelini betimleyerek gözler önüne seren bir tablonun altında kafasına sıkıvermişti. Bu da bunca güzelim eşyanın üzerine sıçramış beyin parçalarının açıklaması olmuştu.

  “Ne tuhaf.”, diye mırıldandı. En ilkel düşüncelerle biri, evren hakkındaki sorgularına ve karanlık arzularına yanıt olabilmek için bir başkasını garip bir ayinin ardına saklanarak öldürüyor, anlık da olsa bir hayatın son saniyelerini tanrı gibi belirliyor; ama daha sonra yaptığı eylemin sorumluluğunu alamayarak titreyen ellerle kendi canına kıyıyor. 

 “Pişmanlıkla korkaklık arasında ne tuhaf, ne belirsiz bir çizgidir bu.”

 Yavaşça cebinden çıkardığı eldivenlerini giydi. Odadan ona ilham olabilecek birkaç obje almak istiyordu. Burayı uzun süredir kimsecikler ziyaret etmemişti. Yanında anı olarak birkaç şey götürmesinden kimseye zarar gelmezdi. Hem zaten çok da bir şey almamıştı: Merhum kızcağıza ait bir tarak, olaylara şahit olduğunu düşündüğü bir aynanın kırık iki parçası ve katilin eylemi gerçekleştirmeden önce ya da sonra terini silmek için kullandığını düşündüğü bir mendil.

 Tüm bunları topladıktan sonra geri geri yürüyerek odanın giriş kapısına doğru geldi. Kendine, bu odaya bir girişinin olduğu gibi bir çıkışının da olduğunu, buraya geliş amacının başka yaratımlara sebebiyet vermekten başka bir şey olamayacağını, bu yüzden gördüklerinin zihninde ve ruhunda karanlık odacıklar yaratmaması gerektiğini hatırlattı. Yazmakta olmanın onun için çeşitli sorumlulukları vardı ve her zaman kendi gölgesinden ilgi çekici hikayeler yaratamayabiliyor, bazı zamanlar onu harekete geçirebilecek bir ilhama ihtiyaç duyuyordu. 

  Sırtı kapıya değdiğinde arkasını döndü. Her şeyin geride kaldığını kendine tekrarladı ve bu lanetli evden hızla çıktı. Ev kentin terk edilmiş mahallerinden birinde, büyük bir bahçenin içindeydi. Görünüşe bakılırsa evin sahipleri bu korkunç çıldırıyı yaşamadan önce varlıklı bir hayat sürüyorlardı. Hayata karşı gösterdikleri umut dolu tavır bahçenin dizaynında kendini gösteriyordu. Lakin ailenin büyük oğlu üniversite eğitimini tamamlamak için gittiği o uzun yolculuktan döndüğünde hayatları kararıverdi. 

 Genç adam ailesinden uzak kaldığı süre içinde kendini tanımlayabileceği birçok gruba katılmıştı. Hiçbirine ait hissedemeyen utangaç mizaçlı bu adam, en sonunda kendini dışarıya kapalı bir okült cemiyette buluvermiş, o zamanın üniversite sıralarında alamadığı cevapları, bu cemiyetin tuhaf fikirlerinde arayamaya çalışmıştı. Böylece evinden uzaktayken bir derin yalnızlıkla bozulan akli dengesi büsbütün delirmeye doğru evrilmişti. Bu delilik içinde öğrendiği, lakin pratikte kimsenin uygulayamadığı bir ritüeli bakire kızkardeşi üzerinde denemeye çalışarak cemiyetteki arkadaşlarının takdirini kazanacağını düşünmüş, kendi kızkardeşine tecavüz ettikten sonra onun boğazını keserek kanıyla bir tuhaf ayin gerçekleştirmişti. Evden yükselen çığlıkları duyan mahalleliyse o sırada şehre gitmiş olan anne ve babasına haber vermiş, telaşlı baba çocuklarının başına bir şey geldiğinden korkarak tüfeğini kaptığı gibi eve koşmuştu. Sonrası bilindiği gibi… 

  Evin bahçesinden ayrıldıktan sonra kimsesizlik içinde sessizleşmiş sokakları yürüdü.  Bir an için tekrardan, böyle alanları terk ederken her zaman hissettiği gibi, bir başkasının acısından nemalanmanın vicdan azabını duydu. Fakat bu hissin yerini ilhamın arzu dolu tırmalayışları hızlıca aldı. Cebinden çıkardığı kurşun kalemi ağzına götürmüş, büyük bir coşkuyla kafasında canlanan hikayeyi havaya yazar gibi sallıyordu. Bu sırada tatlı tatlı mırıldanıyordu: “Bu hikaye yazdıklarımın en ürkütücüsü olacak!”. Mırıldanışlarını bir esrik gülümseme takip etti: “ Bu seferki hikaye çok ürkütücü olacak.”

  Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Yüzünü sinsi sinsi yakan güneş, artık kendini göstermiyordu. K. sokağının hemen sağ yanındaki çimlerin arasına daldı. Kimsenin olmadığı bu yerde, yeşiller arasında yürümenin bir mahsuru olmayacaktı. Ayrıca boyuna kadar uzanan otlar arasında çok uzun zamandır pratik etmediği arya parçaları söyleyebilecek, nefes çalışmaları yapabilecekti. Devlet yurdunda kiraladığı o küçük oda bu tarz aktivitelere izin vermiyordu ne de olsa. En küçük mırıldanışında komşusu acı acı duvara vuruveriyordu.

  Hüzünlü bir parçayı yavaş yavaş söylemeye başladı.

 “Sento nel core…”

 Vücudu gevşemişti. İlham bulmanın mutluluğu onu sarhoş etmiş, şarkılar söylemenin coşkusuyla kendini kaybetmişti ki, bir çığlık sesiyle duraladı. Çığlığın gücüyle doğa sessizleşmiş, şarkısı da durmuştu. Bir hayvanın cırladığını düşünerek şarkı söylemeye devam etti.

“Certo dolore…”

 Çok sıkıldığı oyun teorisi derslerinden kaçıp kendi üniversitesinin yakınındaki konservatuara nasıl koştuğunu düşünüp gülümsedi. Derin bir nefes alıp devam edecekken bir kez daha bir çığlık sesiyle duraksadı. Bomboş arazinin bir  diğer ucunda üç adam birbiriyle amansız bir şekilde kavga ediyor, bıçaklar ve baltalar havada uçuyordu.

  Hemen çimlerin arasına saklanarak izlemeyekoyuldu. Önce bir tanesi en küçük boylu olanın boğazını kesti. Bu sırada bir diğeri ise yere yığılan boğazı kesik delikanlının vücuduna sarılıyordu. Sonra, sağ kalan iki kişi birbirlerini yaralayarak güreşmeye başladı.

  Her şey çok hızlı cereyan etmişti. Bu gümbürtünün dinmesi için bir süre çimlerin arasında bekledi. Kafasını kaldırdığında iki adam da gözlerini sıcağa dikmiş, kanlarının içinde ölü bir şekilde yatıyordu.  “Bir miras meselesi olmalı.”, diye düşündü. Uzakta yatan ölü bedenlerin kıpırdamadığından emin olduğunda yanlarına doğru boş bakışlarla yürüdü. Ölülerin tam ortasına meraklı bakışlarla oturdu. Bugün epey verimli bir gündü.

  

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.