16 Temmuz 2023 Pazar

Kilisedeki Dehşet

 Dalgalardan sıçrayan damlaların yüzüme çarpması ile irkildim. Karanlık tüm şehri sarmış, bütün gürültüsüyle etrafta dolaşan turistler çoktan bir sonraki günün enerjisini depolamak için uykuya dalmışlardı. 

  Saatlerdir Zadar’ın ünlü Deniz Org’unda oturuyorduk. Arkadaşım yanımda uyuyakalmıştı. Kocaman elleri suyun içinde yüzerken güzel perçemleri alnına bir baygınlıkla yapışmıştı. Bir sonraki gün yapacağımız ada turu için dinlenmemiz gerektiğini düşündüğümden onu uyandırdım. Sarhoşluğu güneşten yanmış yanaklarına yerleşmişti. 

 Genç adamı yavaşça ayağa kaldırdım. O kadar sarhoştu ki, az daha denize düşüyorduk. Buna rağmen tütününün bittiğini, almamız gerektiğini söyleyip duruyordu. Ona yarın alabileceğimizi söylesem de ısrar ediyordu. Lakin ben onu şehrin merkezine kadar bu sarhoşluğuyla taşımak istemiyordum. Bu yüzden ona, konakladığımız, oldukça eski ama sevimli, olduğumuz yerden beş dakika uzaklıkta olan  otele gitmesini, benim istediği tütünü hızlaca ona getireceğimi söyledim. Genç adam biraz dirense de vücudunda ağırlaşan uyku sebebiyle teklifimi kabul etti. 

  Sokak lambalarının altından sallanarak geçişini bir süre izledim. Otele yaklaştığına emin olduktan sonra Roma Forumu denilen şehrin tarihi bölgesine doğru yürüdüm. Burada milattan sonra 9. yüzyılda inşa edildiği düşünülen eski bir kilise, Aziz Donat Kilisesi, ve bir kule bulunuyordu. Ayrıca içinde sütunların da olduğu, 3. yüzyıldan kalma diğer tarihi buluntular ise kilisenin girişindeki alanda sergileniyordu. İnsanın kendisini geçmişin bir noktasında çakılı hissettiği bu meydandan geçtikten sonra sizi, şehrin olağan sokakları karşılıyordu. Tütüncü de tam burada bulunuyordu.
 
  Tütün dükkanın kapanmasından endişe ederek hızlı adımlarda tarihi bölgeye doğru yürüdüm. Gündüzün aksine, tüm o loş ışıklar ve denizin sesiyle bu bölge oldukça mistik görünüyor, eskinin estetiğinin büyüsü insanı mest ediyordu. 
 
 Yavaşça denizi izlediğim kaldırımdan uzaklaşıp caddenin karşısına geçtim. Turistleri kazıklamak için uçuk fiyatlara verilen birçok ürünün satıldığı tezgahlar çoktan toplanmış, sergilenen sütunlara uzanan merdivenler boşalmıştı. Merdivenleri ağır ağır çıkıp sütunların olduğu bölgeyi hızla geçtim. Kilise tüm bu alanın sol ucunda, kuleyle yan yana duruyordu. 

  Güzelliğine hayran kaldığım kiliseye yaklaşınca biraz yavaşladım. Duvarlarının tabanından yükselen ışıklarla insanı büyülüyordu. Tütüncüye doğru yöneldiğim sırada kilisenin içinden insana oldukça huzur veren ilahilerin yükseldiğini duydum. Bu beni çok mutlu etmişti. Belki de bir gece ayinine denk gelmiştim. Böylece tütüncüden alışverişimi yaptıktan sonra bu ayine katılabilir, bu güzel ilahileri dinleyebilirdim.

  Koşar adımlarla tütün dükkanına doğru yürüdüm. Dükkanda yaşlıca bir adam, sıcaktan bunalmış bir şekilde oturuyor, önündeki telefonda her ne izliyorsa ona odaklanmış bir şekilde iç çekiyordu. 

  Geldiğimi fark edince bozuk ingilizcesiyle ne istediğimi sordu. Konuşmaya pek de istekli olmadığından, aklımdaki soruyu, kilisedeki ayinin ne olduğunu sormadan hızla tütünün parasını ödeyip çıktım. Tütün paketini küçük çantama sıkıştırdım. Elimde tütünle kilisedekilere saygısızlık etmek istemiyordum. 

 Kiliseye doğru yaklaştığımda ilahi biraz önceki huzurlu halinden çıkmış, daha iç karartan bir mırıltıya dönüşmüştü. Yine de izlemeye değer olduğunu düşünüp kilisenin ağır kapısını yavaşça araladım. Kilisenin duvarlarına asılı mumlar girişteki daire şeklindeki alanı hafif hafif aydınlatıyordu. Duvar mumluklarını önceden fark etmemiş olmama şaşırarak heyecanla girişteki merdivenlerden çıktım. 

  İçeride bir tiyatro oynanıyor olmalıydı. Orta yaşlarda birçok adam Roma dönemindeki kıyafetleri andıran kıyafetler giymiş, şaraplar içiyor, ilahi olmadığını anladığım tuhaf müzikler eşliğinde sohbet ediyorlardı. Kalabalık sebebiyle kilisenin tam ortasındaki alanı göremediğim için bu tiyatroyu ya da kostüm etkinliğini daha rahat izleyebilmek amacıyla kilisenin yukarı katına uzanan beyaz, çıkması zahmetli merdivenlerden yukarı çıktım. 

  Bu sırada yanımdan geçen kostümlü adamlara gülümsüyor, Zadar’daki kültürel etkinliklere hayran kalmış bir şekilde, tüm bunları Münih’te neden yapmadığımızı sorguluyordum. Bu sorumun cevabını daha sonra, Münih’teki aklı selim zatlardan, yaşadığım çıldırıya bir çözüm bulmaya çalışırken alacaktım. 

  Merdivenleri nefes nefese çıktım. Basamakların bitiminde beni karşılayan, tellerle örülmüş, Zadar’ın güzel manzarasını önüme seren geniş balkonu geçtim. Bir çok adam, kilisenin orta alanını rahatlıkla izleyebilecekleri kat balkonundan aşağıya bakıyor, bir şeyler söylüyorlardı. 

  Bu etkinliğe hiçbir kadının katılmamasına şaşırmıştım.  Kilisedeki tek kadın olarak dikkatleri üzerime çekmekten biraz çekiniyordum. Lakin tuhaf bir şekilde insanlara gülümsememe, onlara selam vermeme rağmen bu katılımcılar tarafından görülmüyor gibiydim. 

  Tuhaf bir iç huzursuzluğuyla gümbürtüyü andıran bir müzik eşliğinde kat balkonundan aşağıya baktım. Gördüğüm manzara karşısında şaşkınlık içinde donakaldım. Yanlış zamanda, yanlış yerde olduğum açıktı. Kilisenin ortasında birkaç genç erkek, orta yaşlı veyahut yaşlı diyebileceğim birçok erkekle, insanı oldukça rahatsız edecek şekilde seks yapıyordu. 

  Bu sözlerimin yanlış anlaşılmasını asla istemem. Homoseksüel birlikteliğin, heteroseksüel olan kadar normal ve doğamıza ait olduğunun farkındayım. Lakin bu şey her neyse, bir cinsel birliktelikten çok, bir işkenceyi, bir istismarı yansıtıyordu. Öncelikle genç erkeklerin yaşı oldukça küçüktü. Daha yeni ergenliğe girmiş gibi görünüyorlar, içimdeki annelik içgüdüsünü uyandırıp onlara üzülmeme, acımama neden oluyorlardı. Yaşlı erkekler ise hayvani bir şekilde sıra sıra diziliyor, zavallı bedenleri sanki deşiyorlardı. 

  Büyük bir nefret ve kızgınlık içinde telefonuma sarılarak merdivenlere koştum. Hırvat polisinin veya devlet birimlerinin böyle korkunç bir istismara nasıl göz yumabileceğini düşünerek söyleniyordum. Varlığımı bile fark etmeyen ve fark etmemelerinden memnum olduğum bu pis insan mahluklarını aşıp kilisenin girişine doğru titreyerek geldiğimde kapıda gözlerini bana dikmiş bir şekilde bakan, çuval bezini andıran bir kıyafet giymiş, ürkütücü bir adamın varlığını fark ettim. Adam kapının önünde duruyor, griye çalan yüzü, tek bir mimik dahi göstermiyordu. 

  Oldukça kızgın olduğum ve başıma ne gelirse gelsin bir çocuğun istismar edilmesine göz yumamayacağım için sert bir hareketle adamı eskilikten dökülmek üzere olan elbisesinden tutup çekiştirdim. Yerinden kıpırdatamıyor, korkunç iniltilerin yükseldiği kiliseyi sarsacak şekilde çığlıklar atarak adamı kapıdan uzaklaştırmak için çaba gösteriyordum. Adamın soğuk ellerinin boynuma dolanmasıyla kaskatı kesildim. 

  Elleri öyle soğuktu ki tenimi yakıyor, kesilen nefesimden daha çok acı veriyordu. Artık beni görmezden gelen tüm o yaşlılar ve genç erkekler bana bakıyor, soğuk benizleri ve derin gözleriyle beni tehdit ediyorlardı. Boğazımı sıkan adamı durdurabilmek için o soğuk ellerinden birine dokunduğumdaysa kendimde asla çözemeyeceğim sorunların başlangıcı olan o korkunç olay vuku buldu. 

  Boğazımı sıkan o eller, üzerinde tek bir deri veya et parçası kalmayana kadar çözündü. Diğer erkekler de tüm canlılık belirtilerini kaybettiler. Kilisede dimdik ayakta duran iskeletler bana doğru koşmaya başladılar. Çığlıklarım artık anlayabildiğim bir dilde yankılanan tuhaf bir sözcük tarafından bastırılıyordu:

“Damızlık, damızlık, damızlık…”

 Üzerime çullanan kemik yığınlarını aşarak kapıyı açtım. Kiliseden çıktığım gibi şehrin içine doğru haykıra haykıra, gözyaşları içinde koşmaya başladım. Kaçmama rağmen iskeletlerin gürültüsü, aynı kelimenin ardımdan bağırılmasıyla beni takip ediyordu.

“Damızlık…”

 Bilinçsiz bir şekilde şehrin ara sokaklarını aştıktan sonra kaldığımız otele ulaşabildim. Ardıma bakmaya korkarak otel merdivenlerini hızla çıkıp hıçkıra hıçkıra ağlayarak odaya girdim. Kapıyı öyle büyük gürültüyle kapattım ki, arkadaşım derin uykusundan uyandı. Korkunç bir titreyişe teslim olmuş, düğümlü boğazımı tuta tuta olanları arkadaşıma anlattım. 

  Oldukça alaycı bir ses tonuyla bana, “Ben sana, seni yalnız bırakmamam gerektiğini söylemiştim. Yanında bir erkek olmayınca dışarıda korkmuşsundur.”, dedi. Tüm bu sözler köken aldığı kültürün, sanıldığının aksine, acı bir şekilde hala bu şehirde, bu kıtada yaşamasından güç alıyordu. 
  


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.