14 Temmuz 2023 Cuma

Kuyunun Dibinde: Bölüm 2

 

  Tekmeleyerek açtığım yarıktan karanlığa doğru hızla düştüm. Kapı yüksek bir platformun üzerinde olmalıydı veyahut belirsiz derinliklere uzanan bir merdivene açılıyordu ve ben tekmelemenin etkisiyle bu merdivene hiç kavuşamadan aşağıya düşmüştüm. 

 Her yer kapkaranlıktı. Kuyudan kendimi kurtarmadan önce duyduğum, o kabaran sesler artık duyulmuyordu. Önümde uzanan simsiyah boşluğun içinde yavaşça sürünmeye başladım. Dizlerimin acısı katlanılmaz bir haldeydi. Yine de bilinmezliğin içinde süzülmenin korkusu durmama engel olmuyordu. 

 Nerede olduğumu bilmiyordum. Böylece ışığın varlığını unutmuş bir şekilde aynı istikamete doğru süründüm. Kısa bir süre ilerledikten sonra bir duvara ulaştım ve taş yüzeyine tutunarak ayağa kalmaya çalıştım. Bacaklarım güçsüzlük içinde titriyordu. 

  Ellerimle yoklaya yoklaya duvarı takip ettim. Anladığım kadarıyla daire şeklinde kocaman bir salonun içindeydim. Bu daireyi tamamlayarak bir kapı bulmaya çalıştım. Bulmak zorundaydım. Çünkü bu yeraltı yapısından kurtulmanın tek yolu, kendimi büyük bir zorlukla kurtardığım o kuyu olmazdı. Olmamalıydı.

 Sadece kendi nefesimi duyduğum o ürkütücü karanlığın içinde duvara yaslanarak yürüdüm. Ellerimle her yeri yoklamaya çalışıyor, baş hizamın yukarısında herhangi bir açıklık, bir tünel olması ihtimaline karşın ellerimi yüzeyde gezdiriyordum. Ayaklarımı bir yükseltiye çarpmamla, daha başta tahmin ettiğim, kuyu kapısından salona uzanan merdivenin basamaklarının üstüne yığıldım. 

 Daireyi tamamlamıştım. Bu koca salon, insanda dev bir yaratığın yekpare bir taşı oyarak oluşturduğu küçük bir alan olduğu izlenimini yaratıyordu.

  Hızla merdivenin taştan duvarına dokunarak bir kapı aradım. Tek çıkışın geldiğim kuyu olmaması için dua ediyordum. Merdivenin her köşesini dikkatle kontrol ettikten sonra boğazıma büyük bir acıyla oturan ümitsizlikle yıkıldım. Kuyu bu korkunç karanlığın tek çıkışıydı. Ve bu çıkış beni, yerin altında ölmekle ile kuyunun ucunda bekleyen iki insan azmanı tarafından öldürülmek arasında bir seçim yapmaya zorluyordu. 

 Ölmekten başka bir kurtuluşun olmadığını tüm varlığımda hissederek inlemeye başladım. Yara bere içinde kalmış, belki çok da uzun süre hayatta kalamayacak bedenime sarılarak gözyaşı döküyordum. Hüznün üstüme bastırdığı o ağır uyuşma ile fütursuzca salonda yürüdüğüm bir anda, ayağımın kaymasıyla derin bir havuzun içine düşmem bir oldu.

 Korku içinde çırpınıyor, bir şeye tutunmaya çalışıyordum. Belki de dakikalarca telaş içinde debelendim. Yorgun zihnim bana sakinleşmem gerektiğini, şayet böyle devam edersem boğulacağımı söylese de kendimi duramıyordum. Karanlığın içinde kocaman açılmış ama işlevsiz kalmış gözlerim ve tükenen nefesimle yavaşça kendimi içinde bulunduğum sıvının kuvvetine bıraktım. Artık bir şeyin üzerinde yüzüyordum. 

 Bu sıvının su olmadığını anlamıştım ve tanımlamaktan korkuyordum. Yine de havuzdan yükselen kokunun tanıdıklığı, kaybolmuş düşüncelerimi toparlamama yardımcı oldu. Böylece dilimi yavaşça dudaklarıma değdirdim. Bir şarap havuzunun içine düşmüştüm.  

 Ağır ağır yüzerek tutunabileceğim bir yer aradım. Anladığım kadarıyla orta büyüklükte bir salonun içindeydim. Bu da bana havuzun çok da büyük olmadığını gösteriyordu. Lakin belliki telaşla çırpınırken havuzun ortasına doğru gelmiştim. Bu yüzden havuzun kenarlarını bulmakta zorluk çekiyordum. 

 Yavaşça yüzmeye devam ettim. Sakinleşmeye çalışıyordum. Kendime sakinleşme konusunda telkinde bulunurken şarapta hareket etmeye çalışan ayaklarımın sert bir cisme çarptığını fark ettim. Havuzun hala kenarlarına ulaşamamıştım. Ayağımı tekrardan o cisme dokundurmaya çalıştım. Ne olduğunu anlayamayınca temkinli bir şekilde kendimi şarabın içine ittim. Yüzeye saplanmış soğuk bir demir parçasına dokunuyordum. 

 Tekrardan yüzeye çıkıp derin bir nefes aldım. Bu demirin orada ne işi olduğunu anlamak, havuzun derinliğini öğrenebilmek için dalmaya çalıştım. Fakat bedenim çok yorgundu ve böyle bir manevrayı alabilmek için yeterli gücü gösteremediğimden sert bir şekilde demir parçasına çarptı. Bu hızlı çarpmanın, hayatımda bir daha asla unutamayacağım korkunç, tanımlaması imkansız manzaralar görmeme neden olacağını asla tahmin edemezdim. 

 Demir parçası yerin daha da derinine açılan bir başka kuyunun veya deliğin kapağını açıyor olmalıydı ki büyük bir çekim kuvvetiyle şarap havuzunun altına doğru çekildim. Çekildiğim bu delikten, havuzun taşıdığı şarap kütlesiyle birlikte, her yanı meşalelerle aydınlatılmış daha büyük bir salonun içinde uzanan geniş bir şarap ırmağının içine düştüm. 

 Bu ırmak tavandaki birçok delikten aşağı akan şarapla besleniyordu. Bu da bana, geldiğim salondan başka salonların da olduğunu, daha kötüsü bu salonlardaki havuzların, benim düştüğümün aksine sınırsız şarapla dolu olduğunu gösteriyordu. Çünkü ırmak, güçlü bir şekilde salonun içinde dolanarak sonunu seçemediğim bir yere boşalıyordu.

  Düşmenin etkisiyle dibine kadar ulaştığım ırmağın yüzeyine ağır ağır yüzdüm. Görebiliyor olmaktan mutluydum, fakat görünüyor olmaktan korkuyordum. Irmağın içinden köpek havlamaları duyuyor, bunun beni yaklaştıracağı sondan tedirgin, nefesimin son zerrelerini zorluyordum. 

 Yavaşça kafamı şarabın içinden çıkardım. Gözlerim vücudum gibi yanıyordu. Ayrıca gözlüğüm de şarabın içinde kaybolmuştu. 

  Bu koca yeraltı odasının -ki bir futbol sahası büyüklüğündeki bu alanı nasıl tanımlayacağım konusunda zorluk çekiyorum- taş duvarlarından aşağı sarmaşıklar uzanıyor, etrafı aydınlatan meşalelerin ateşi nereden geldiği anlaşılmayan bir rüzgar ile titriyordu. 

 Kendimi büyük bir ağrı ile ırmağın içinden çıkardım. Şarap vücudumdaki yaraları adeta pişirmişti. Etrafta benden başka kimsecikler yoktu. Sadece güçlü havlamalar duyuluyordu.   Birileri cesedimi arıyor, diye düşündüm. 

 Dakikalarca oturduğum yerde bulunduğum durumu anlamaya çalıştım. Tüm bu olanları neden yaşadığımı bilmiyor, bir çare bulmaya çalışıyordum. Bir anda izlendiğim hissine kapılarak irkildim. Öyle ki, bir şeyin ensemde nefes aldığını hissedebiliyordum. 

 Yavaşça arkamı döndüm. Simsiyah, kocaman bir köpek bana bakıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Yüz hatları bir köpekten çok bir insanı andırıyor, vücudunun geri kalan kısmı güçlü bir köpeğin tüm özelliklerini yansıtıyordu. 

 Kendimi savunabilmek için ayağa kalktım. Fakat güçsüz kalan vücudumun bu iri yaratık karşısında kendini savunabilmesinin imkanı olmadığını biliyordum. Gözlerimi hayvanın gözlerinden ayırmadan hareketsiz kaldım. Şimdi düşündüğümde bu davranışın benim için ne kadar hayırlı olduğunu kavrayabiliyorum. Çünkü dikkatle baktığım bu gözleri çevreleyen deri, et ve kemiklerin gök gürlemesini andıran bir gürültüyle şekil değiştirmesini izlemenin beni daha büyük bir hezeyanın içine sürükleyebileceğini biliyorum. 

  Artık karşımda simsiyah saçlarıyla upuzun bir kadın yükseliyor, beni içinden çıktığı hayvan kadar korkutuyordu. Hareketleri anlaşılamaz, insan aklı tarafından çözümlenemez şekilde hızlıydı. Öyle ki, bu hızla vücudunun ne tarafa döndüğünü, yönünün neresi olduğunu kavramak mümkün olmuyordu. Sabit bir şekilde ayakta durmasına rağmen sanki bedeninin tüm uzuvları, kolları ve bacakları başının etrafını sarmış bir yılan ordusu gibi etrafında dönüyordu. 

  Yaratık hızlı varlığının içinden yavaşça bana doğru yürüdü. Duvarların ardından yükselen havlamalar kulak zarımı yırtıyordu. Buna rağmen gözlerimi kadının kıpkırmızı gözlerinden ayırmakta zorluk çekiyor, hareketsiz bir şekilde onu tanımlamaya çalışırken benliğimde oluşan bozulmayı hissedebiliyordum. 

“Aşağıda kalan parlak yarımızı yukarı taşı!”

 Korkunç suratını yüzüme doğru yaklaştırırken kıpırtısız dudakları bunları fısıldıyordu. Bana yaklaşmak için o uzun vücudunu o kadar eğmişti ki, yüzünün ardından yükselen kamburunda hızla hareket eden kemiklerini görebiliyor, griye çalan, simsiyah tüylerle kaplı derisinde nefes alan gözenekleri sayabiliyordum. 

 Yalvarır bir ifade ile gözlerinin içine tekrar baktığımda bana gülümsedi. Sonra bu gülümsemeyi ani bir şekilde yüzünden silip ağzını açmaya başladı. Ağzı genişledikçe genişliyor, beni yutacakmış izlenimini veriyordu. 

 Ağzı bir kulaç kadar açıldığında içinden çırpınan, kana bulanmış bir et parçası düştü. Titreyen et parçasına bakıp onun küçücük, siyah bir köpek yavrusu olduğunu fark ettiğimde dehşetle çığlık attım. Ben, çığlık çığlığa vücudumu yumrukladıkça, ağzından büyük-küçük, farkı türde tonlarca köpek cesedi düştü. Lakin yaşayacağım dehşet ölümümle değil, ömür boyu sürecek akli problemlerle sonlanacaktı. 

  Yaratık uzayan vücuduyla hızla bana yaklaşıp anlamsızlığı tükenmeyen bir geometriyle dönen kollarını bedenime doladı. Bedenimi öyle sıkıyordu ki, kırılan kemiklerimi duyabiliyordum. Yaratığın boyu kemiklerimi kırdıkça daha da uzuyor, şarap akan deliklerden yükselerek beni karanlık salonlardan geçiriyordu. 

 En sonunda beni şarabın daha güçlü ve bedeni parçalayarak aktığı deliklerden birinden yukarı fırlattı. Öyle büyük bir hızla sıvının içinden yüzeye çıktım ki, şaraptan suya geçiş yaptığımı anlamam zaman aldı.

 Kafamı sudan çıkardığımda ay ışığını tepemde görebiliyordum. Olimpiyat Gölünün içinde yüzmekteydim ve elimde kırık bir şarap şişesi vardı. 

 Yaşadıklarımı kimseye anlatamadım. Yine de bu dehşetin kanıtlarını görmek isteyenler, kitaplığımın ardındaki kırık şarap şişesine ve kullandığım tonla psikiyatrik ilaca bakabilirler.

  


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.